- 17.12.2011 00:00
Uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi bugün nerede olursa olsun kınanıyor; ihlallerden doğan zararların tazmini, buna karşı çıkan ülkelere ise yaptırım uygulanması gündeme geliyor. Ancak konu geçmişe, on yıllar öncesinde meydana gelen hak ihlallerine gelip dayanınca durum biraz değişiyor. Kendi geçmişiyle yüzleşmek birçok bireye, topluma veya ülkeye zor geliyor.
Avrupa’da diktatörlüklerin ve ırkçı otoriter rejimlerin yaygınlaştığı iki savaş arası, birçok ülkede, işbaşına gelen yönetimlerin politikaları veya uygulamalarından kaynaklanan ve başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği kara deliklerin bulunduğu bir dönem. Türkiye’de bu döneme rastlayan Dersim olayları tartışılıyor bugün. Aynı dönemde İspanya kanlı bir iç savaşı yaşıyor. Sonra 36 yıl süren bir diktatörlük dönemi geliyor. Franco’nun ölümü ardından kademeli bir demokratikleşme süreci geçiren ve demokratik anayasasını yapan bu ülkenin aradan geçen 36 yılda diktatörlük dönemiyle yüzleştiğini söylemek mümkün değil.
Geçen salı yeni yasama dönemine giren ve mazbatalarını almaya gelen milletvekillerine kapılarını açan Temsilciler Meclisi’nin önünde bildiri dağıtan bir grup dikkat çekiyordu. Frankizmin Cezasız Kalmasına Karşı Platform (PCİF/ Plataforma contra la impunidad del franquismo) yeni Meclis Başkanı Jesús Posada dâhil tüm siyasi parti gruplarına taleplerini içeren bir mektup sundu. Taleplerinin başında Franco dönemi kurbanlarına itibarlarının iadesi ve yakınlarına tazminat ödenmesi için bir Hakikatler Komisyonu kurulması geliyor. Ayrıca o dönemin Savaş Konseyi kararlarının iptali, bu kararlarla kurşuna dizilenlerin kemiklerinin bulunması ve kurbanların acısını anmak üzere bir gün belirlenmesi isteniyor. Mektupta son olarak, konunun üzerine eğildiği için başına gelmedik şey kalmayan Yargıç Baltasar Garzón’a verilen destek dile getiriliyor.
Anımsanacağı gibi, iç savaşta ve izleyen diktatörlük döneminde işlenen bütün cinayetlerin araştırılması için ilk kıvılcımı özel yetkili mahkeme Audiencia Nacional’in GAL, ETA ve Pinochet davalarıyla ünlenen sorgu yargıçlarından Baltasar Garzón çakmıştı. Hem de 15 Ekim 1977 tarihinde çıkarılmış olan kapsamlı Af Yasası’na karşın. Bu yasa, 15 Aralık 1976’dan önceki yani Franco dönemindeki tüm siyasi eylemleri kapsayan geniş kapsamlı bir af getirmişti. O dönem anayasa yapım çalışmaları sürerken bir yerde iç barışı sağlamak için verilmiş bir ödündü ama Franco dönemiyle hukuken yüzleşmeyi engelleyen temel bir belgeye dönüşmüştü kimilerine göre. Örneğin Yüksek Mahkeme tarafından Garzón’a 26 Mayıs 2009’da açılan davada, ünlü yargıcın Franco döneminin cinayetlerini araştırması bu yasaya atıfta bulunularak “yetki aşımı” olarak değerlendirilmişti.
Altının çizilmesi gereken husus, Baltasar Garzón’a açılan davaya aşırı sağcı parti Fuerza Nueva’nın sorumlularından Bernad Remón’un başkanlığını üstlendiği Manos Limpios (Temiz Eller)Derneği’nin müdahil olmasıydı. Daha önce aynı çizgideki siyasi parti Falange Española de las JONS ile Libertad e Identidad (Özgürlük ve Kimlik) Derneği de Garzón hakkında şikâyette bulunmuştu. Yetkili yargıç Falange Española’yı yazılı şikâyetini süresi içinde sunmadığı için davaya müdahil yapmamıştı ama belli ki bu aşırı sağ çevreler, Franco döneminin cinayetlerinin araştırılmasına ve İspanya’nın geçmişiyle yüzleşmesine bugün güçlü bir direnç oluşturuyor.
Yüksek Mahkeme’den yapılan açıklamaya göre, iki ayrı davadan daha yargılanan Baltasar Garzón’un bu davada ilk duruşması 24 ocak günü başlıyor. “Yerime başka bir meslektaş olsa, o da aynı şekilde davranmak zorunda kalırdı” diyen Garzón, Audiencia Nacional’in Franco dönemi cinayetlerini araştırmaya ulusal ve uluslararası yargı normları bağlamında yetkisi bulunduğunu savunuyor. Ünlü yargıç buna karşılık konunun siyasi yönünün önem taşıdığına, çünkü Frankizmin İspanya’da hâlâ gizli bir şekilde de olsa yaşadığına dikkat çekiyor.
Frankist partiler, Seçim Kanunu’nun bir seçim çevresinde kayıtlı seçmenin binde birinin imzasını şart koşan hükmünü yerine getiremediği için bağımsız olarak genel seçimlere giremiyor. Bu nedenle, Frankist seçmen kendisine en yakın gördüğü son seçimlerin açık ara galibi PP’ye (Partido Popular) oy veriyor. Sosyolojik Araştırmalar Merkezi CİS’e göre, hepsi Frankist olmasa da aşırı sağ seçmenin PP içindeki ağırlığı yüzde 11 dolayında. Bu da PCİF’in Frankizmin mahkûm edilmesine yönelik girişiminin akıbeti bakımından umut vermiyor.
Aynı şekilde geçen hükümet döneminde geliştirilen Ölüler Vadisi (Valle de los Caídos) Projesi’nin akıbeti de pek parlak değil. İç savaşta karşı karşıya gelen 30 bin kişinin birlikte yattığı Vadi’deki bazilikada Franco ile 20’li yılların diktatörü José Primo de Rivera’nın naaşları da var. Projeyi yürüten bağımsız komite bazilikadaki müzeyi Frankizmin simgesi olmaktan çıkararak ulusal barışma anıtına çevirmeyi, Franco ile Rivera’nın kemiklerinin ise başka yere naklini öneriyor. Ancak buna Franco’nun hayattaki torunu karşı çıktığı gibi iktidara gelen PP’nin de sıcak bakmadığı biliniyor.
Geçmişle yüzleşmek için her şeyden önce geçmişin siyasi akımlarına yakın durmamak ya da yakın duranlarla ne kadar oy getirirlerse getirsinler ilkeli bir davranış sergileyerek köprüleri atmak gerekiyor. Ama söylemesi kolay, yapması zor; İspanya’da da, Türkiye’de de öyle...
akinozcer@post.com
Yorum Yap