Gezi neden ‘patladı’

  • 5.06.2013 00:00

 Dersimli, inançlı bir Alevi arkadaşım, gitmekten, Türkiye’yi terk etmekten bahsediyordu. Yurtdışında yaşamanın zorluklarından söz açacak oldum, “Biz bu Türkiye’de yaşayabiliyorsak her yerde yaşarız. Daha kötüsü olabilir mi?” dedi. İnancının Türkiye’den başka hiçbir yerde “sorun”olmayacağını vurguladı üstüne basa basa. Dil öğrenilirdi, iş bulunurdu, bulaşık yıkamaya bile razıydı; yeter ki huzurlu olsundu... Birkaç yıl öncesine kadar, “olursa bunlarla olur” diyor, hayatında ilk defa bir siyasi partiye üye olmayı düşündüğünü söylüyordu; kastettiği AKP idi...

Bir başka Dersimli arkadaşım, “çok tedirginiz” diyordu, “tedirginlik ne kelime, düpedüz korkuyorum” diyordu. CHP’li idi. “Ne oldu, CHP’deki ulusalcıların gazına mı geldin?” dedim yarı şaka yarı ciddi. “Ne CHP’si? CHP’den de bir umudum kalmadı” dedi. “Bunlar artık açık açık bize düşmanlık ediyorlar” dedi, bir nefeste son zamanlarda çok arttığını söylediği karşılaştığı ayrımcılıkları anlattı. Genç bir işadamıydı. Çoluk-çocuğu vardı. İstanbul’un daha çok Sünni yurttaşların oturduğu bir semtindeydi evi. Ve “her şeyi bırakıp memlekete gideceğim” diyordu, Dersim’e, “bu memlekette başka yerde hayat hakkı yok bize”...

Başörtülü genç bir kadın, “Başbakan’a sesimizi duyursak, anlar bizi” diyerek onun her sözüne övgüler düzmeyi yegâne işleri gören yazar erbabından şikâyet ediyordu. “Ben Başbakan’ın bu kadar halktan kopmuş olabileceğine, bu kadar tahammülsüz olabileceğine inanamıyorum” diyordu, “birileri ona bu gidiş gidiş değil demeli, akıl hocaların seni yanlış yönlendiriyor demeli” diyordu. Kürt’tü, “barış sürecini” destekliyordu. Oyunu AKP’ye vermişti. Ama “gerilla çekildi, kim barıştan ne anlıyor, bunu tartışmanın zamanıdır”denmesini bile “sen sürece karşı mısın yoksa?” şeklinde bastırılmaya çalışılmasını anlayamadığını söylüyordu. Kayıtsız-şartsız bundan sonra ne olacağını bile bilmediği bir “süreci” sadece susarak desteklemek zorunda olmaktan rahatsızdı ve “kaygılarım var” diyordu...

Yüksekovalı bir arkadaşım da, silahların nihayet susmasından memnun olduklarını anlatıyordu bana. Ama ne sevinçli ne de mutlu idi bu “süreç”ten. “İyi ki silahlar sustu, cenaze kaldırmıyoruz, kepenk kapatmıyoruz, polisle, askerle karşı karşıya gelmiyoruz; ama bundan sonra ne olacağını da bilmiyoruz” diyordu. Yeni karakollar yapılıyordu, “kaçak” işleri zorlaşmaya başlamıştı, asker, polis dağda gerilla olmadığı zaman halka nasıl davranırdı acaba, bilmiyor,“kaygılıyım” diyordu...

Kendisini diğer “sol” gruplardan ayırt etmek için vurgulayarak “özgürlükçü solcu” olduğunu söyleyen bir başka arkadaşım, “bunlar demokrasi tarihini kendilerinden ibaret sanıyorlar”diyordu. “28 Şubat’tan başka bir darbe ile hesaplaşacaklarına inanmıyorum artık”diyordu. “Bugüne kadar darbelere, faşizme karşı, düzenin haksızlıklarına, adaletsizliklerine karşı kimler mücadele etti? Bizler Filistin halkıyla dayanışma kampanyaları düzenlerken bunlar neredeydi? Bugün on sene öncekinden daha ileri bir yere gelmemizi kendi eserleri sanıyorlar. Artık ‘olduk’ diye düşündükleri için de kendi gündemlerini hayata geçirmekten başka yapacak işleri kalmadığını düşünüyorlar”diyordu. 12 Eylül referandumunda “Yetmez Ama Evet” kampanyasına destek veren bir arkadaşımdı...

***

Bazılarından örnekler verdiğim bu diyalogların hepsi, son Gezi Parkı direnişinden önce oldu. Başka örnekler de verebilirim; ama sanırım bu kadarı bir fikir vermeye yeterlidir. Bir süredir toplumda, giderek büyüyen bir kaygı, endişe birikimi vardı. Hemen her eleştirel yaklaşımın, demokratik protestonun “kötü niyetli” olarak damgalanması ve sokaklar sözkonusu olunca gaza boğularak bastırılması, bu birikimi “patlama” noktasına getirmişti. Bu “patlamanın” adı, Gezi Parkı oldu. İktidar partisinin bunu doğru okuması, köklü bir muhasebe yapması lazım...

Başbakan seçim sandığına işaret ediyor, “yüzde 50’yi zor tutuyoruz” şeklinde tehditvari üsluplarla konuşuyor... Başkaları “darbe ortamı” tahlilleri yapmaya başladı bile... Cumhurbaşkanı Gül’ün soğukkanlı, sorumlu açıklamalarını dahi anlamaktan uzak yaklaşımlar bunlar...


“Kurt puslu havayı sever”
 misali birilerinin “durumdan vazife çıkartan” tutumlar içine girdiği bir gerçek. Ama bu çevrelere işaret edip “mevzunun özünü” anlamaktan uzak durmak olabilecek en yanılgılı tutumdur.


“Darbe”
 rüyaları görenlere de söylenmesi gerekenler var elbette: Bu ülkenin sokaklarında tank sesi duyulduğu gün, Başbakan’ın anlamaktan uzak durduğu “diğer” yüzde 50 de dâhil bütün Türkiye ayağa kalkar. Başbakan’ın “tuttuğu” yüzde 50’yi bilmem ama “bizim” hayatımız darbelere karşı demokrasi mücadelesi vermekle geçti. “Bize” güvenebilirler...



cafersolgun@gmail.com

Twitter: @CaferSolgun

http://www.taraf.com.tr/cafer-solgun/makale-gezi-neden-patladi.htm

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar