- 16.12.2013 00:00
Abant Platformu’nun 30. toplantısı, “Aleviler ve Sünniler: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak“ başlığını taşıyordu. Konuyla ilgili çok sayıda gazeteci, yazar, akademisyen ve STK temsilcisi, üç gün boyunca Alevi-Sünni ilişkilerini tartıştılar ve barış içinde bir arada yasama sorunlarımız üzerinde durdular.
Barışı ve geleceği “birlikte aramayı“ bir “ihtiyaç“ hâline getiren en onamlı gerçeklik, hiç kuşkusuz her gecen gün kendisini değişik biçimlerde ve daha bariz olarak hissettiren “kutuplaşma“ durumu.
Ortalama bir Sünni yurttaşın gözünde Alevi ne demektir sorusunun yanıtını yüzeysel şekilde aradığımızda bile, elde edeceğimiz sonuçlar, bu kutuplaşma durumunu gözler önüne sermeye yetecektir. Bu durum, günlük siyasi gelişmeler üzerinden ortaya çıkan farklılaşmaların, kendi bağlamından kopartılıp inançsal bir bağlama oturtulmasıyla, daha belirgin ve açıkçası düşündürücü bir hâl almıştır. Örneğin, iktidarın malum Suriye politikası nedeniyle sokaktaki insana hâkim kılınan algı, “Esad Alevi diktatörüdür, Aleviler onun yıkılmasını istememektedirler, dolayısıyla hepsi Esadcıdır“ seklindedir. Bütün Alevileri “Ergenekoncu“ sananların sayısı da az değildir. Gezi olayından bu yana bu önyargılı genellemelere bir yenisi daha eklendi, “Aleviler Gezicidir“. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün geçen ayın sonlarında açıklanan Gezi raporu da bu algıyı “doğruluyor“ ve dahası bir “yargı“ hâline getiriyordu...
Açıkçası bu “kutuplaşma“ durumunun mağduru büyük ölçüde Aleviler. Zira Alevilerin Sünni çoğunluğa karşı duygusunu özetleyen sözcükler, hâlâ, korkudur, kaygıdır, endişedir...
Abant Platformu toplantısı, sorunu gündeme getirmek ve dikkat çekmek bakımından kuşkusuz anlamlı, değerli. Ancak bu nitelikte çabaların artması ve kuşkusuz iktidar partisi başta olmak üzere siyasilerin de gündemine girmesinin sağlanması gerekli.
Tam da bu noktada Başbakan Erdoğan’ın bazı konuşmalarında dile getirdiği “kamplaşma, kutuplaşma devri bitti“ türü açıklamalarının umut vermediğini belirtmek gereği var. Çünkü bu sözler hem Alevi-Sünni ilişkilerinde varolan olumsuzlukların görmezden gelindiğini ortaya koymaktadır ve hem de bu olumsuzluklara kaynaklık eden anlayış ve tutumların en azından muhasebesini yapmaya yanaşmadıklarını göstermektedir.
Belirtmeden geçmek istemiyorum: Malum, kamuoyunda yaratılan beklentinin aksine geçtiğimiz eylül ayında açıklanan “demokratikleşme paketinde“ Alevilerle ilgili kaydadeğer bir “açılım“ yoktu. Hükümet yetkilileri Alevilerle ilgili ayrı bir “paket“ hazırlığı bulunduğunu deklare etti. Daha önce de yazdım, yinelemek durumundayım, eğer planlanan “açılım“, dedelerin maaşa bağlanması ise, bu Alevi toplumunda yeni bir bölünme durumunu yol açacaktır. Eğer amaçlanan zaten bu değilse, sahici bir açılımın, Alevilerin “eşit yurttaşlık“ istemlerini karşılayan bir kapsamda olması gerekmektedir. Örneğin hiçbir şekilde “pazarlık“ konusu yapılamayacak olan cemevlerine yasal statü tanınması ve Diyanet’in mevcut statü ve misyonunun tartışmaya açılması gerekmektedir...
Diyanet deyince orada akan sularla birlikte ben de duruyorum. Tabii, konuyu bıraktığım yerden sürdürmek üzere...
Çerkesler, uzun süredir Soçi Olimpiyatları‘na karşı bir kampanya yürütüyorlar. Didem Şahin‘in yapımcı ve yönetmenliğini yaptığı “No Sochi“ adlı belgesel, bu kampanyanın en etkili çalışmalarından biri olmaya aday. Çerkeslerin Soçi Olimpiyatları’ndan nasıl etkilendiklerini anlatan belgesel, Çerkeslerin yoğun yaşadığı birçok ülkede ve Türkiye’de de birçok ilde, çeşitli etkinlikler kapsamında insanların ilgi ve dikkatine sunulacak. Belgesel, bugün saat 19:15’te İstanbul Levent Kültür Merkezi’nde gösterilecek. Orada olmak, Çerkeslerin seslerini duyurmalarına katkı koymak, “bizim“ de görevimiz...
cafersolgun@gmail.com
Twitter: @CaferSolgun
http://www.taraf.com.tr/cafer-solgun/makale-barisi-ve-gelecegi-birlikte-aramak.htm
Yorum Yap