- 18.09.2014 00:00
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bazı Alevi yurttaşların 2011 yılındaki “zorunlu din dersi” ile ilgili başvurularını dün karara bağladı. AİHM’in kararında Alevi öğrenci ve ailelerin mağduriyetine bir kez daha vurgu yapılırken Avrupa ülkelerinin çoğunda din derslerinin “zorunlu” olmaktan çıkartıldığı ya da öğrencilerin bu derslerden “muaf” olabildikleri sistemler oluşturulduğuna dikkat çekildi. AİHM kararının sonunda Ankara’ya AİHM sözleşmesinin 46. maddesi kapsamında Sözleşme’ye taraf devletlerin AİHM kararlarına uyma yükümlülükleri hatırlatıldı.
AİHM kararının “tercümesi” şudur: Mevcut sistem ile din, vicdan özgürlüğü ve eşit eğitim hakkı ihlal edilmektedir. Din dersi kitaplarında 2012 yılında yapılan düzenleme yetersiz ve yüzeyseldir, mevcut sorunu ve yol açtığı mağduriyetleri gidermekten uzaktır. Öğrenciler (ve aileleri) dinî, felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan bu nitelikteki derslere katılmak ya da katılmamak konusunda kendisini özgür hissetmelidir...
“Sorun” hiç kuşkusuz sadece Alevilerle ilgili değildir. Sözkonusu olan eğitim- öğretim sisteminin gerçek manada laik ve demokratik olmasının sağa sola çekiştirilemeyecek, demagojik argümanlarla karartılamayacak bir gereğidir. “Farklı” inançları görmezden gelen bu anlayış sadece bazı yurttaşlar açısından bir “eziyet”e neden olmuyor, aynı zamanda iktidar politikalarının “kutuplaştırıcı” niteliğini ilköğretim çağındaki çocuklara kadar derinleştiriyor...
12 Eylül darbecilerinin getirdiği neresinden baksanız haksızlık, eşitsizlik, ayrımcılık ve “zulüm” olan bu uygulama, AKP iktidarı döneminde daha da sistematik ve dayatmacı bir nitelik kazandı. Çünkü AKP “muhafazakâr” bir parti idi ve “dindar nesiller yetiştirmek” gereğine inanıyordu...
Rüşvet, yolsuzluk iddiaları ve tipik bir “devlet partisi” olma çabaları nedeniyle AKP’nin “dindar, muhafazakâr-demokrat” bir parti olmaktan çıkıp başka bir “dava” partisi hâline geldiği, malum. Yine de AKP’nin --veya bir başka partinin-- kendisini ideolojik manada nasıl tarif ettiği kendi sorunu. Fakat “iktidar” olmasını memleketi kendi ideolojik hassasiyetlerine göre “dönüştürme” imkânı olarak değerlendirdiği noktada, bu, hepimizin sorunu hâline geliyor. Zorunlu din dersi dayatması, bunun tipik ve en önemli tezahürlerinden biri...
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gazetecilerin sorularına bir “dayatma” olmadığını ve Türkiye’nin şartlarının “farklı” olduğunu, ateistlerin de bu dersi almalarının “zaruri” olduğunu söyleyerek yanıt vermesi, “usta”dan devraldığı bayrağı sürdürmekteki kararlılığını ortaya koydu. Hatırlıyoruz; 2012’de partisinin il başkanları toplantısında konuşan “dönemin başbakanı” Recep Tayyip Erdoğan, “dindar nesiller yetiştireceğiz” demişti. Bu “veciz” söze yönelik eleştirilere ise, birkaç gün sonra “gençliğin tinerci olmasını mı istiyorsunuz” şeklinde cevap vermişti.
Bu iktidarın ciddi bir demokrasi terbiyesine ihtiyacı var. Bu sorunun dindarlık ya da tinercilik (ya da bonzai?) arasında bir tercih yapma sorunu olmadığını öğrenmesi gerekiyor. “İktidar” olmalarının çeşitliliği ve farklılıklarıyla anlamlı bir toplumun onların “tebaası” oldukları anlamına gelmediğini de...
Çocuklarımızın iyi bir yabancı dil, matematik, edebiyat eğitimi almalarından ve uyuşturucu, madde bağımlılığı gibi alışkanlıklardan uzak durmasından sorumlusunuz. Onların dini, inancı, ahlakı ise sizden önce ailelerinin sorunudur. Çocuklarımızı kafanıza göre “yoğurmak” gibi bir yetkiyi kim verdi size? Haddinizi bileceksiniz.
AİHM kararına uyun. Köklü bir eğitim reformuna açık olun. “Eski Türkiye” üslup ve zihniyetini artık terk edin...
cafersolgun@gmail.com
Twitter: @CaferSolgun
Yorum Yap