- 30.04.2014 00:00
Her şeyin birbirine geçtiği şu günlerde acaba mevcut sıkıntıyı nasıl resmetsem yahut nasıl izah etsem diye düşünüyorum. Mesele düşününce daha çetrefil alıyor ve içinden çıkılmaz hale geliyor. Oysa çoğu kez basit düşünmek gerek, belki de en çok unuttuğumuz şey bu: Basit düşünmek.
Mısır'da İslamcı olduğu için devrilen ve baskıcı olmakla itham edilen İhvan-ı Müslimin'i deviren laik, seküler çevrelerin desteklediği ordunun iktidara gelmesiyle birlikte binlerce kişi katledildi, binlercesi hapsedildi, binden fazlası hakkında idam kararı verildi ancak baskıcı olan itham edilen İhvan rejimi sırasında bu ve buna benzer bir durum yaşanmadı.
Suriye İnsan Hakları Örgütü'nün (SNHR) yayınladığı rapora göre, Suriye'de olayların başladığı 2011 yılından, Ağustos 2013'e kadarki süreçte rejim güçlerinin düzenlediği operasyonlar ve çıkan çatışmalarda 101 bin 513 kişi yaşamını yitirdi. Katledilenlerin 89 bin 644'ü sivil, hayatını kaybeden sivillerden 10 bin 914'ü çocuk, 9 bin 911'i ise kadın...
Demokrasi götürülen! Irak'taki savaşta Mart 2003-Haziran 2011 tarihleri arasında hayatını kaybedenlerin sayısı 48,000-751,000 arasında...
Afganistan'da ABD'nin başlattığı savaşın üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçti. Tahminlere göre 40 binden fazla sivil öldü.
Daha sayamayacağım binlerce ölü, yüzlerce katliam var.
Bu rakamlara bakınca acı gören var, "kaybettiğini" düşünen var, bu coğrafyayı hep "ağlamakla" itham eden var, görmeyen var, görmeyip de görüyormuş gibi davranan var, çok büyük iddialar ile çözüm arayan var, umursamayan var, güçsüz hissetmemek için tüm bu zulmün failleri ile yan yana duran da var.
Dünya tarihine kısaca bir bakalım; Kızılderilileri katletmek bir hak gibi görüldü, Afrikalıları satmak-köle olarak çalıştırmak kanunlar ile garanti altına alındı, daha düne kadar Afrikalılara ayrımcılık yapmak serbestti, Hitler, soykırım yapabildi, Mussolini "Faşizm" diyebildi, Fransa'dan yayılan "Milliyetçilik" akımı önüne ne kattıysa sildi süpürdü... Bugün başka bir dünyayı yaşadığımız düşünülebilir, buradan bakınca o günler kâbus gibi görünebilir, peki yukarıda bahsettiklerimi okuyunca o günler ile şimdiler arasında bir fark görebiliyor musunuz? Ben görmüyorum katil/fail hep aynı sadece maktuller farklı.
İslam dünyasının kan kaybetmeye başladığı 16. yüzyıl sonrası ve özellikle 19. yüzyıldan sonra Müslüman âlemi hep "kaybettiği" tasavvuru üzerinden baktı mevcut sorunlarına, zira okuma paradigması değişmişti ve seküler dünyanın paradigmasıyla düşünüyordu, onun halet-i rûhiyesi "kaybetmişlik" üzerine kuruluydu. Ve daha sonra kendisine "kaybetmiş" olduğunu düşündüren seküler dünyanın yöntemiyle dirilmeye kalktı; İslamcılık formu üzerinden yürüdü, zira bir çözüm arıyordu, derdi büyüktü, derdi büyük olunca çözümü büyük planladı. Ama işte planladı, bu sayede bir nevi doğallığını kaybetti, bu da bir nevi "kaybediş" sayıldı zira mevcut düzen onu bu kimlik üzerinden vurmaya çalıştı; Mısır ve şimdilerde Türkiye'de olduğu gibi...
Toptancılık yaptığımı düşünmeyin sadece basit düşünmeye çalışıyorum; bahsettiğim bu katil/failler ise savaşlarını "kapitalizm" ile birlikte yürüttü. Kapitalizm, mevcut savaşlarının zemin hazırlayıcısı, yürünen yoldaki illüzyon oldu. Yine basit düşünerek; bu maktullerin sol, sosyalist, Müslüman, mazlum, ezilmişler olduğunu düşünürerek, tüm bunların bir araya gelmesi, o tek vücut olmuş düşmana karşı birlikte ortak yahut yakın mücadele göstermesi gerekiyordu ama öyle olmadı; savaşanlar iki karşıt grup olmasına rağmen sayı üçe çıktı, sol ideolojiler, kapitalistlerin maşası görevini gördü. (Ayıp olmayacağını bilsem kullanışlı aptallık derdim ancak ayıbıma gidiyor ve bunu kullanamıyorum) Peki, nasıl mı?
Türkiye'den örnekleyecek olursam; Kapitalizm ile mücadele halinde olduğunu söyleyen kesimler (Anti-Kapitalist Müslümanlar da dahil) Suriye'de vahşi Esad'dan yana durdu; Mısır'daki katliamları görmedi, Gezi sürecinde "patronlar kulübünden" fiili destek gördü ancak bunu yaparken bu durumdan yana hiç bir rahatsızlık hissetmedi. İki kişilik savaşı üç kişiye çıkartmakla kalmadı, savaşın startını veren düşmanının lehine bir savaş verdi. Bugün 1 Mayıs'ta Taksim'de olma konusunda diretenlerin, durumu bu duruma en bariz örnektir. (1 Mayıs'ı bilahare konuşuruz)
Müslüman dindarlara gelince her defasında türlü ithamlara maruz kalmış olsalar, yer yer hata yapmış olsalar dahi; Mısır, Filistin, Kürdistan (Barzani ile görüşmeleri hatırlayın), Doğu Türkistan, Mali, Suriye, Arakan gibi zulmün kol gezdiği coğrafyalarda zalimden yana olmadı. Yer yer sonunu düşünmediği adımlar attı. O adımlar eleştiri konusu oldu. Zira eleştirenlerin zihni "kazanamayacağın savaşa girme" planı üzerine kuruluydu, zira imaj kaybı en büyük korkularıydı. Zira onların anlamayacağı bir şeydi, kaybedilse de kazanılmış olunabileceği.
Rasulullah (SAV), Mekke'de tüm yolları deneyip de olmayınca, Hicret'ten evvel bir umut tebliğ için Taif'e gitti, orada çirkin bir muameleye maruz kaldı ve taşlandı. Kaybetmiş miydi? Asla! Hak adına taşlanan hiç kaybeder mi?
Yarın başka bir açıdan başka bir şey söyleyebilirim ancak bugün en 'basit' haliyle baktığım noktadan gördüğüm kaybedilmişlik değil tam aksi bir kazanılmışlıktır. Zira Allah'ın kuralı şaşmaz;Taif'te taşlanan Peygamber'in ümmeti, kaybetse de kazanır, kazanacaktır. Bir şarta bağlı olarak: Hak olanı batıl ile değiştirmedikçe.
Yorum Yap