- 2.02.2014 00:00
2013 Mayıs ayında, Ortadoğu'da dengelerin yeniden değişeceği hadiseler henüz yaşanmamışken, Başbakanımızın 100 kişilik hey'etle ABD çıkarması yapması çok dikkat çekmişti...
Başbakanımız ve yanındaki hey'ete ABD tarihinde ender rastlanır iltifatla, törenlerde devlet başkanı protokolü uygulaması ve verilen fotoğraf, Türk ve Ortadoğu kamu oyunda oldukça gurur okşayıcı olmuştu...
Kabine üyelerinden birinin de gitmesiyle, havaalanında askeri törenle karşılanma ve uğurlanmalar; Başbakanımıza eşi Emine hanımla kalmaları için Beyaz Saray'ın hemen karşısındaki en özel misafirler için yapılmış Blair House'un tahsis edilmesi; heyetler arası görüşme dışında, Erdoğan ve Obama'nın baş başa 2 saatlik akşam yemekleri; çok az sayıda devlet başkanına açılan Beyaz Saray'ın Rose Garden'ında (Gül Bahçesi) uzun bir basın toplantısı yapılması,;Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Dış İşleri Bakanı John Kerry'nin Başbakan'ımız ve hey'etine ayrı ayrı öğlen yemeği vermeleri...
Bu kareler, büyük fotoğraftan akılda kalan ve “gurur okşayan” karelerdi...
ABD bu büyük jesti neden yapmıştı peki?
Obama yönetiminin yakın ilgisinin altında yatan temel faktör, Türkiye’yi ABD’nin birçok çıkarının tehlikeye girdiği bölgede, sarılabileceği ve iş bitirebileceği önemli bir müttefiki ve nadir ülkelerden biri olarak görmesiydi.
O günün konjonktüründe İsrail’in güvenliği halen tehdit altında, Ürdün dökülüyor , Arap Baharı'ndan etkilenen Mısır neredeyse ‘başarısız devlet’ (failed state) haline gelmiş, prestij projesi Irak çözülüyor ve İran, nükleer inadını ve bölgesel çıbanbaşı rolünü sürdürmeye devam ediyordu. Ayrıca Amerikan askerleri tamamen çekilince Afganistan’ın akıbetinin ne olacağı da meçhuldü. Böyle bir bölgede ABD’nin denge unsuru olmaya namzet Türkiye’nin yardımına elbetteki çok ihtiyacı vardı...
Oysa; aynı yılın 14 Haziran'ında İran'da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle Ahmedinejat gitmiş ve yerine seçilen Hasan Ruhani sayesinde Batı ile ilişkilerde yepyeni bir dönemin kapısı aralanmıştı.
Ayrıca aynı dönemin 3 Temmuz'unda da Mısır'da beklenmedik bir askeri darbe gerçekleşmiş oldu. ABD ve Avrupa'nın, adına “darbe ve demokrasiye açık müdahale” diyemedikleri Mısır'daki Sisi'nin Askeri Darbesi, “İsrail'in Batı Güvenlik Karakolu”nun yeniden faal hale gelmesi anlamını da taşıyordu...
Ortadoğu'daki bu iki önemli hadise, güçler dengesi ve yeni politikaların ele alınması açısından “kartların yeniden karılmasına ihtiyaç” doğuruyordu...
Bir yandan ve halen Suriye'nin yıkımı 3,5 yıldır devam ediyor , orada yaşanan insanlık dramıyla beraber bu yıkım görmezden geliniyor ve içinde İsrail'in de olacağı 3 veya 4 yeni devletin Suriye'de inşa edileceğinin günleri bekleniyor...
Bu arada Türkiye'nin Mısır ve Suriye politikaları ABD, Birleşmiş Milletler, Rusya ve Batı Avrupa tarafından ciddiye dahi alınmıyordu. Suriye politikamızda, haklı dahi olsak yalnız bırakıldığımızı ve 900 kilometrelik sınırımızla ateş hattının içinde kendimizi yanar bulduğumuzu da itiraf edelim..!
Bölgemizde rollerin değişmesinin en büyük faktörü de, İran'da Hasan Ruhani ile başlayan yeni ve İran açısından ılımlı bir eğilimin ortaya çıkması oldu. Muhafazakârlar ve dini lider Hamanay'in de sıcak baktığı bu “kahramanca yumuşama stratejisi” ile; İran bir yandan Batı ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışıp uluslar arası ekonomik ambargonun ağır yükünden kurtulmaya çalışırken, diğer yandan da mevcut fırsatlardan yararlanarak bölgede inisiyatifi ve vazgeçilmezliği yeniden ele almak istedi...
Ruhani'nin Washington Post'a yazdığı “Kan davaları devri bitti” başlıklı makalesi ve Obama ile yaptığı telefon görüşmesi de, bahse konu normalleşme sürecine somut örnekler teşkil ediyordu.
Ayrıca İran'da insan hakları avukatı Nesrin Sotoudeh ve en az 11 siyasi aktivistin serbest bırakılması ve Uluslar arası Af Örgütü'nün bu davranışı olumlu karşılaması, Yahudi Bayramı Roş Aşana'nın kutlanması ve Ruhani ile Jack Dorsey arasındaki dostluk twitleri gibi değişimler yaşandı. Tüm bunlardan amaç, İran'ın Batı dünyası ile ilişkilerde yumuşama sağlaması ve Cenevre'deki nükleer görüşmelerden istediği neticeleri elde etme arzusuydu...
Ruhani ayrıca; ABD ve Batı dünyasına güven verecek önemli bir adım daha atmış; göreve başlar başlamaz, nükleer müzakerelerin yürütülmesi görevini İran Milli Güvenlik Konseyi'nden alıp, Dış İşleri Bakanlığına bağlamıştı ki; bu hamlesiyle, müzakerelerin hükumetinin inisiyatifine bağlandığı mesajını da muhataplarına vermiş oluyordu...
İran'ın P5+1 Ülkeleriyle (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya) Cenevre'de yaptığı nükleer görüşmelerin sonunda, Beyaz Saray'ın yaptığı açıklama, Ortadoğuda artık yeni bir dönemin başlayacağı ve aktörlerin yer değiştireceği sinyalini de veriyordu...
ABD bu açıklamasında, İran'ın Cenevre'deki öneri ve tekliflerinin oldukça yapıcı ve olumlu olduğunu vurguluyor, Tahran'ın öne sürdüğü ve artık Batılı ülkelerce de kabul edilen plan üzerinden yola devam edileceğini ilân ediyordu...
Batı dünyası temkinli yaklaşsa da, dünyanın en büyük firmalarının İran'a uzun vadeli yatırımlar için sıraya girdiklerini ve birbirleriyle rekabete başladıklarını görmemek için kör olmak gerek. Özellikle Batılı petrol şirketlerinin iştahı yeniden kabarmış durumda şu an ve; Shell, BP, Total, ENI, OMV, Statoil, Exxon, Mobil gibi dev enerji ve petrol şirketleri faaliyetlerine dünden başlamış durumdalar. Fransa'nın Otomotiv ve Havacılık sektöründeki firmaları ve Almanya'nın İlaç, Makina ve Kimya Sanayindeki firmaları da doğan yeni fırsatları kaçırma niyetinde değiller...
Biz neredeyiz ve ne yapıyoruz peki?
Bölgesinde Lider ve Dünyada Yıldızı Parlayan Ülkeyiz diye kendimizi avuturken, özellikle 17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Skandalıyla kendi içimize kapanmış ve kendi kendisiyle uğraşan bir ülke durumundayız maalesef...
Daha dün, 5 yıl aradan sonra gittiğimiz AB kapısında, kendi ürettiğimiz “paralel yapı” paranoyasına muhataplarımızı inandıramamış, tam aksine onların gözünde komik duruma düşmüş ve diplomatik nezaket dilleriyle evimize gönderilmiştik. Ardımızdan gönderdikleri mektup niteliğindeki raporlar da bu durumu çok net ortaya koymuştu... Ve; ne acıdır ki, bölgemiz adına “kartlar yeniden karılırken”, oyun dışında tutulma gibi bir makûs talihi yeniden yaşıyor gibiyiz...
Başbakan, MİT Müsteşarımız ve Bakanlar Kuruluyla yaptığımız Tahran çıkarmasında verdiğimiz görüntü; yazımın girişinde ele aldığım 10 ay önceki ABD ile verilen poza hiç uygun düşmüyor..!
Satrancın, diplomasinin ve siyasi entrikaların mucidi İran ile bölgede bilek güreşine tutulmak için II.Bayezıd değil, oğlu Yavuz olmak gerekiyor ki; o zekâ, o cesaret, o donanım, o inanç ve o kararlılık Yavuz'la gitmiş anlaşılan...
“Müsvedde” tabiri moda madem; bu yakıştırmayı sıkılmadan kendi medeniyet ikliminin yetiştirdiği bir Bilge Âlim'e yakıştıran “Lider Müsveddeleri”, bu ülkenin haysiyetini İran'ın Dini Lideri Hamaney karşısına ip gibi dizerken hiç vicdan azabı çekmediler...
Gelişen yeni konjonktürde, dünyanın devleri İran'da yeni yatırımlar yapmanın ve onlara satmanın hesabını yaparken, biz bölgenin “yıldız müsveddesi” de, İran'dan bir şeyler satın almanın peşindeydik...
ABD'nin Eski Başkanı Bill Clinton'un şu sözü tam da konumuza uygun düşüyor: “Liderler, barış için önlerinden geçen şansı yakaladıklarında, tarih durur ve yeni bir yönde yeniden akmaya başlar.”
Evet; özellikle 2011 seçimlerinden beri başlayan “Ustalık” döneminde girdiğimiz fetret dönemiyle, yeniden içe döndük ve kendimizle kavga etmeye başladık. Böylelikle hem bir duraklamayı ve hatta bir geri gidişi yaşıyoruz, hem de dünyadaki gelişmeleri ıskalıyor ve elde ettiğimiz pozisyonumuzu yeniden kaybediyoruz...
Yeni döneme hazırlıklı, eli güçlü ve şanslı başlayan ve bu tarihi fırsatı kaçırmayan İran da, tarihin yeni akışındaki pozisyonunu giderek güçlendiriyor...
2013'ün 15 Mayıs'ında ABD'deki resim karesiyle gurur duymak değil de; 2014'ün 30 Ocak'ında Başbakanımız ve Hey'etinin Hamaney ile verilen pozlarında kahrolmak ne büyük talihsizlik...
Buna diplomaside realpolitik diyorlar, yani hayatın gerçekliği. Gerisi teferruat ve laf-u güzaf dostlar...
Henüz 1 yıl dahi dolmadan; neredeeen, nereye?!
Kim bilir hangi bahara ertelendi umutlarımız...
Hep beraber geçmiş olsun yeniden.
Selamla...
Doğan TOPGÜL
@DoganTopgul
Yorum Yap