Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI Gazete: Serbestiyet.com

Modern bir suç aleti: Çek

  • 4.07.2012 00:00

 Geçtiğimiz hafta, yürürlükteki normların işletilemez hale gelmesine rağmen reformlardan kaçınan, normları fiilen görmezlikten gelen otorite tutumuna örnek olarak imar mevzuatına değinmiştim. Bu devlet refleksinin toplumda nasıl bir hukuk algısı yaratacağını tartışmaya çalışmıştım.

Daha önceki yazımda, hukuk/kültür çatışmasında otoritenin diğer seçeneğinin, normların yaptırımında aşırılıklara kaçması olduğunu; bunun da fiili esneme kadar, güveni, bağlanma duygusunu aşındırıcı etkiler yarattığını ileri sürmüştüm. Şimdi size bir “suç aleti” olarak çekin öyküsünü anlatmaya çalışacağım.

Kıymetli evrak olarak anılan, poliçe, bono ve çek ile ilgili hükümler Türk Ticaret Kanunu’nda yer alır ve İsviçre Borçlar Kanunu’ndan neredeyse kelime kelime çevrilerek yazılmıştır. 1985 yılında 3167 sayılı çek kanunu ile çekler ayrıca ele alınmış  ve ticaret kanunu ile birlikte iki başlı bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. Burada da ayrıntı ve tarihçe ile canınızı sıkmayacağım.

Az çok iş hayatıyla tanışmış çoğu insan bilir ki, çek; bono ya da poliçe gibi bir taahhüd evrakı değil doğrudan ödeme aracıdır. Yani, bono düzenleyen bir kişi karşısındakine “ben burada yazılı miktar kadar sana borçluyum ve üzerinde yazılı tarihte bunu ödeyeceğim” sözü vermektedir. Çek keşidecisi ise, “sana şu anda elimi cebime atıp nakit para ödemiyorum, git bu çekte yazılı parayı bankadan al, ya da kime bu hakkı devrediyorsan imzala ver, o gitsin alsın” demektedir. Siz bir bono alırken, onun sadece süresi gelince ödeme sözünden ibaret olduğunu bilirsiniz ve her sözün başına gelebilen yerine getirilememe riskini üstlenirsiniz. Bono sizden tedbir bekler. Oysa çek, gündelik hayatın gerektirdiği kimi nedenlerle para taşımadan da ödeme yapılmasını sağlayan bir araç olarak düşünülmüştür. Çeki cebine koyanın, parayı tahsil ettiğine güvenmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla çekte vade de geçersizdir.

Bu nedenlerle de çekin ödenmemesi ile bono ya da poliçenin ödenmemesi farklı yaptırımlara bağlanmıştır. Çek Kanunu çıkana kadar, karşılığı olmayan çek keşidecisinin eylemi, Ceza Kanunu’nun tanımladığı “dolandırıcılık” suçunu oluşturuyordu. Karşılığı hapis cezasıydı.

Ancak, hayat bizim ülkemizde hiç de İsviçre’deki gibi cereyan etmedi. Ticaretin kaçınılmaz kıldığı bir kredi imkânı olarak tasarlanan bono, giderek tamamen güvenilmez bir evraka dönüştü. Ortalık ödenmeyen, protestolu bonodan geçilmez oldu. Kamunun düşük ücretli gizli işsiz üreten istihdam imkânıyla, köyündeki kasabasındaki açlık arasında sıkışmış, kente yığılmış düşük nitelikli geniş sosyoloji, olmayan sermayesi ve çılgın müteşebbisliğiyle birbirini kırıp geçirmeye başladı. Ortada makul bir sermaye birikimi yoksa yapacağınız şey, işler yürürse umuduyla, önünüzdeki kağıda rakkamları yazıp imzalamaktır. Sonuçta en kötü ihtimalle evdeki televizyonunuzdan, kapıların arkasına rulo rulo dizdiğiniz halılardan ya da varsa arabanızdan olursunuz. Teminatınız  yok ki finans sistemi yüzünüze baksın. Ancak sizin gibi bir umudun peşine takılmış, başka bir “müteşebbis” kredi tanır size, vadeyi kabul eder. Olmayınca kendiniz de batarsınız, onu da batırırsınız, o da başkasını batırır.

Büyüklere pek bir şey olmadı. Elleri devletin kasasındaydı. Ama, asıl büyük nüfusu barındıran, esnaf ve küçük ölçekli, geri teknolojili imalat sektörü tam bir can pazarına dönüştü. Her kriz, öbek öbek yıkımlara yol açtı.

Sonuçta piyasada, yaptırımı neredeyse olmayan bono terk edildi, yerine bir ödeme aracı olarak düşünülmüş çek geçti. Artık çek, fiilen bir edeme aracı olmaktan çıkmış, borçlanma aracına dönüşmüştü. Borcunu ödemeyenin özgürlüğünden olduğu bir alışveriş düzenine evrildik. Ticaret yapmak da siyaset yapmak kadar tehlikeli bir hal aldı. Yaptırımın dozu arttıkça artıyordu. Çekin fiilen vadeli ödeme aracına dönüşmesi, ceza kanununda yer alan dolandırıcılık maddesinin uygulanırlığını tartışmalı kıldı. Bu nedenle önce, münhasıran karşılıksız çeki doğrudan cezalandıran bir düzenleme yapma yoluna gidildi. İlk dönemde, karşılıksız çekten ceza almış olsa da çek bedelini karar kesinleştikten sonra ödeyen ya da alacaklısı şikayetten vazgeçen çek borçlusunun cezası düşüyordu. O da kesmedi. İnanılır gibi değil ama ardından, ceza kararı kesinleştikten sonra borcunu ödemiş olmanın da cezanın infazını önlemeyeceği kabul edildi. Alacaklının şikayetinden vazgeçmiş olması da bir şey ifade etmiyordu. Borcunu geç ödeyenleri bile cezaevine sokan bir hukuk düzeni oluştu. 

Böyle böyle, ekonomik nedenlerle cezaevinde yatan insan sayısında dünya şampiyonu olduk.

Buyrun size modernleşme!

Şimdi bu mevzuatta yenileştirmeler, iyileştirmeler yapıldı.

Büyük bir nüfusa kelle koltukta ticaret yaptıran bir modern hukuk düzeniyle o nüfus sizce nasıl bir “duygu ilişkisi” kurar?

Önce korkar, sonra aldırış etmez gözü karartır. Ama asla saygı duymaz. Asla benimsemez.

Evet, bu ülkenin insanları, anayasal teminat altına alınmış haklarını kullanıp oylarıyla seçtikleri siyasetçilerin, bütün yasaları çiğneyerek gücü ele geçiren askerler tarafından idam edildiklerini de gördüler. Bu, onların sadece siyasal sisteme olan güvenlerini değil, hukuka olan inançlarını da kırdı. Fakat ben, modern hukuk denilince sadece siyasal alana odaklanmanın, vesayeti kurumlaştıran anayasadan, temel hakları kısıtlayan baskıcı yasalardan bahsetmenin, hukuka ilişkin olumsuz toplumsal algıyı açıklamakta eksik kalacağına inanıyorum.

Toplumun, hukukla çok daha gündelik temaslar üzerinden duygu ilişkisi kurduğunu düşünüyorum.

O nedenle sıkıcı olmayı da göze alarak “siyaset dışı” sektörlerden yürüdüm.

Zaman bulursak yargı sisteminin işleyişini de tartışırız.


ozaltinli@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar