Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI Gazete: Serbestiyet.com

Türkiye seçeneksiz mi

  • 3.11.2012 00:00

 On yılın ardından geldiğimiz yerde, ülkenin kaderini iki dudağının arasına almış bir liderin geleceğimizde de tek karar verici olacağına ilişkin bir inanç oldukça yaygın. Bu durum kimilerinde derin bir endişe yaratırken geniş çevrelerce de onaylanıyor gibi görünüyor. Yani, “liderimiz”özgüveninde haklı gibi.

Acaba gerçekten durum bu mu? Bizi, bütün stratejisini Erdoğan’ın çizdiği AKP’nin, temsil gücünü sürdüreceği, diğer aktörlerin aynı etkisiz diziliş içinde gidişi izleyeceği bir gelecek mi bekliyor?

Ben Erdoğan’ın işinin hiç de kolay olmadığını düşünüyorum. Bugünkü siyasi şemanın kararsız ve geçici bir dengeyi ifade ettiği kanısındayım. Başbakan altın günlerini yaşıyor bence ve bu altın dönem sanıldığından çok daha geniş çevreleri rahatsız ediyor.

On yıllık değişim süreci referandum ve ardından gelen seçimlerle kendi sonuçlarını yarattı, yeni bir dönem açtı. Göze batan en belirgin sonuç, değişim çatışması ekseninde oluşan bloklaşmanın her iki tarafında da iç uyumun sona ermesidir.

Statü bloku, temsil ettiği sosyolojide “taşlaşmış ulusalcılık”la ifade edilebilecek bir gövde yaratmış olmakla birlikte demokratik siyasete açık dinamikler de üretti. CHP çatısı altında yaşanan gerilim ve Kılıçdaroğlu’nun bariz tutarsızlıkları bu ayrışmaya işaret ediyor. Ancak bugün bu “cepheden” gelen bütün işaretler, demokratikleşme yönünde rol almak isteyen çevrelerin görünür vadede bu partide baskın olamayacağını gösteriyor. Bu blokta yer alan değişimci çevrelerin laik sosyolojide güçlü bir karşılığı yok. Bu birikimin Türkiye siyasetinde daha etkin rol alabilmesi, muhafazakâr cephedeki değişkenlere bağlı olabilir.

Evet, Tayyip Erdoğan değil belki ama, muhafazakâr sosyoloji ve onun beklentileri Türkiye’nin geleceğinde daha uzun dönem belirleyici olacak kanısındayım. Siyasal süreçlerde daha etkin rol almak isteyen demokrat laiklerin de bu gerçeği görmesinde büyük yarar olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’nin; Ortadoğu ve İslam dünyasında liderliğe oynama yolunda “oyun kurucu” rolünü fazla abartan, çatışma cephesini genişletmekten çekinmeyen, fazlaca Sünni kimlikle yüklü, Batı’nın giderek kuşkuyla yaklaştığı; içeride de otoriterleşen, ayrıştıran bir siyasi güçle, etkisiz ve dünyaya kapalı ulusalcılıktan oluşan siyasi şemayı uzun süre taşıyamayacağını düşünmek gerekir.

Muhafazakâr blokta hiç de yeni olmayan derin çatlağı, içinde yer alan bazı aktörlerin “kişisel” iktidar arayışlarıyla izah etmek asla tatmin edici değil. “Nifak” edebiyatının ise ömrü tükenmek üzere gibi gözüküyor.

Hem Batı’dan gelen eleştirilerin belirgin biçimde artması, hem de içeride bazı etkin muhafazakâr aktörlerin demokratik söylemler üzerinden “hâkim siyaset” tarzıyla aralarına mesafe koymaları yeni bir duruma işaret ediyor. Batı’dan yükselen eleştirileri ve muhafazakâr ayrışmanın işaretlerini“istikrarsızlaştırma” alarmları olarak sunanlara kuşkuyla yaklaşmak gerekir. Bunlar ya eski rejimin güçlerini bugün de abartanlar arasından çıkıyor ya da Erdoğan’ın sınırsız gücünden ve ataerkil otoriterliğinden hiç rahatsız olmayanlardan.

Batı ile ilişkilerin gidişinden memnun olmayan, içeride bütün gücün otoriter bir elde yoğunlaşmasına itiraz eden muhafazakâr bir siyasi alternatifin kendisine alan açması, Türkiye’nin sorunlarını büyütmeyecek tersine demokratikleşmesine katkıda bulunacaktır. Demokratik vasıfları ağır basan, dış politikada Müslüman toplumlara seslenme kapasitesi güçlü fakat Batı dünyasına da güven veren yeni bir hat, bugün yaşadığımız bütün gerilim eksenlerinde tansiyonu düşüren bir etki yaratır.

Erdoğan’ın laik sosyolojiyi ulusalcılığa iyice itip marjinalleştirmeye çalışarak, Kürtlerle restleşerek, Alevileri yok sayarak güç aradığı yeni stratejisine müdahale eden, demokratik değerler üzerinden konuşan uzlaşmacı bir muhafazakâr seçeneğin oluşması gerçekçi bir senaryodur.

Bu, giderek sertleşen bir kopuş biçiminde mi olur, yoksa AKP’nin bugüne kadar korumayı başardığı koalisyoner yapı içinde durarak etkilemek biçiminde mi olur bilinmez.

Bu tartışmanın sol liberalleri de ilgilendirdiği açık. Erdoğan’ın temsil ettiği politikalarla muhafazakâr sosyolojinin duyarlılıklarını ayırt etmeyen bir “sakarlığın” liberal-sol eleştiriyi etkisiz kılacağını görmek gerekir. Bu da yetmez; bugünün eleştirel sesinin Erdoğan’a inanan, ona güvenen kesimlere ulaşmak üzerine kurulması gerektiğini unutmamak gerekir.

Bunun için basit bir ölçü önerebilirim izninizle: AKP politikalarını eleştirirken Erdoğan’la karşılıklı bir masada oturup onu ikna etmek için neyi nasıl söylemek gerekiyorsa topluma da o üslupla seslenmek.

Erdoğan’ı ikna etmek için değil.

Yapacağı seçimler ülkenin geleceğinde yaşamsal önem taşıyan muhafazakâr milyonların aklına ve duygusuna ulaşabilmek için.

Belki Erdoğan’ı da ikna edecek olan budur.


ozaltinli@gmail.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar