- 31.12.2013 00:00
Çok değil, 10 ay öncesine dönelim. Tarih 23 Şubat 2013.
“… Hükümet kesin vesayetten kurtuldu mu hesaplaşma tam olarak yapıldı mı? Tayyip’in Hükümet mekaniği, Kürt hareketine vurduğu kadar kendisine izin veriliyor, alan açılıyor vesayet kurumu, güç odakları tarafından. Sayın Başbakan zekice bu mekaniği teşhis etmiş ve iyi kullanıyor. Komplonun bir parçası değil. Danışıklı demiyorum ama Başbakan komplonun parçasıdır demiyor ama, bu yöntemi bir iktidar aracı olarak görüyor. PKK’ya vurarak yerini sağlamlaştırıyor.
… Yeni gladyo tam anlaşılamıyor. Çözüm adına yapılan her şeyi sabote ettiler. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu… Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.
… Türkiye’de üç koldan paralel devlet çalışması var. Bu ilişkileri sabote edilmeye başladı. Sıradan lobiler değil. ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar… AKP’ye de, medya ve işadamlarına da sızmışlar. Sadece MİT kalmış, hedeflenen bizim geliştirdiğimiz diyalogdur. MİT Müsteşarı düşürülmek isteniyor.”
Türkiye’den bir Kuzey Kore çıkartmak gibi planı var mıdır bilmiyorum. Bu sözlerin sahibi, internet köşelerinde uçuk teoriler sayıklayan UFO meraklılarından, ya da kasaba kahvelerinde “Türk’ü yok etmek isteyen gavur” üzerine bayat klişeler savuran köylülerden biri değil. Bugün 40 yaşına gelmiş bir kuşağın ne zaman başladığını bile hatırlamadığı Kürt isyanını yöneten Öcalan’ın İmralı görüşmelerinden hatırlıyorsunuz bu sözleri. Tutanaklar yayınlandığında ne paranoyaklığı kalmıştı, ne kabalığı, ne megalomanisi… Eline kalemi alan girişmişti.
Bu sözlerden bir ay sonra Diyarbakır’da yüz binlerce insana kürsüden okunan mesajıyla“silahlı mücadele döneminin kapandığını” ilan etti. Aynı günün akşamında ekranlardan duyduğum buruk sesleri asla unutmayacağım. Demokrasinin önemli olduğunu anlatıyorlardı bize. Uludere aydınlatılmadıkça, 12 Eylül Anayasası değişmedikçe, reformlar gerçekleştirilmedikçe barışın sağlanamayacağını söylüyorlardı. Hükümette böyle bir niyet olmadığına ikna etmeye çalışıyorlardı bizi. O tarihi günün gecesinde seçtikleri cümleler bunlardı. O günden bu yana da “istediği her şeyi yapabilecek, güce doymayan, otoriter bir tek adam” portresi çizmeye adadılar kendilerini.
Şimdi, “güçlü tek adamın” dünyada nasıl yalnızlaştığını dinliyoruz onlardan. Her yazısının yarısını Batı basınının “tarafsız analizcilerinin” Erdoğan eleştirisine ayıranıyla, “bilmiyor muydun devletin yapısını, neden izin verdin” diye hesap soranıyla, “ kaybettin çekil artık” çağrıları çıkartanıyla sahne aldı şimdi bu koro. Çok şeyler bekleyip de yaptıramadıkları “güçlü tek adam” bir haftada “kaybetmiş aciz”bir profile dönüştü kalemlerinde. Hayır, tutarlılığa davet etmeyeceğim. Dürüstlüğe çağıracağım.
14 yıldır adanın ortasında küçücük bir odada türlü tecritler yaşayan bir Kürt siyasetçinin yukarıda aktardığım analizlerini, nasıl olup da kendilerinin yapamadığını soracağım. Göremediğiniz neydi? 2007 yılına kadar, yani tam beş yıl Ergenekon’a dokunamamış, askeri vesayetle ölüm kalım kavgasına girmiş bir partinin devletteki Cemaat yapısıyla işbirliği yapmadan bu mücadeleyi kazanmasının imkânsız olduğunu mu anlayamadınız? Oyların yarısını değil tamamını alsa bile, tarihi boyunca bürokratik geleneğin tamamen dışında kalmış bir siyasi hareketin, santim santim parsellenmiş bu devleti kontrol edebilmesinin hayal olduğunu düşünemeyecek kadar mı uzaylısınız? Pennsylvania’dan yönetilen, bütün diskurunu Müslümanlık üzerine kurmasına rağmen tarihinde bir tek kere “Gazze” dememiş bir yapıya çok güvendiği için mi girdi bu ittifaka Erdoğan, yoksa güç dengeleri onu mecbur bıraktığı için mi?
MİT darbesi de mi uyandırmadı hiç sizi? Öcalan’ın İmralı’daki odasından gördüğü kuşatılmışlığı nasıl göremediniz? Röportajlar yapacak, Kürt sorunun çözümünde kendinizi tek ehil insan ilan edecek kadar o dünyaya yakındınız oysa. Hiç kimse “işler göründüğü gibi değil” diye kulağınıza fısıldamadı mı?
Beni en şaşırtan cümleler de bizim siteden Genç Sivil dostumuzun kaleminden geldi.
Turgay Oğur yazmış: “11 yılda her mağduriyetten daha da güçlenerek çıkan, her zaferden sonra kale duvarlarını biraz daha kalınlaştıran, YAŞ’ta masanın başına oturabilen, MİT’in başına istediği adamı getirebilen, medyada dünya ortalaması üstünde destekçisi olan Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kudretli iktidarı var karşımızda bugün.” Sonra ekliyor: Artık mağduriyetten, bütün dünyanın kurmuş olduğu kumpaslardan bahsetmeyin…
“Gelmiş geçmiş en kudretli iktidar”ın üç kanıtı var: YAŞ, MİT, medya…
YAŞ’ta masanın başına oturan Erdoğan bunu oylarıyla yapmadı sadece. Tasfiyenin asıl aktörü bu gün ona kafa tutan bürokrasiydi. Cemaat “biz olmasaydık oturamazdın oraya” derken haklı.
MİT ise askeri vesayet tarafından çoktan ıskartaya çıkartılmış; hantal, işlevsiz bir yapıya dönüşmüştü Erdoğan geldiğinde. Kürt savaşıyla birlikte askeri vesayetin asıl enstrümanı JİTEM olmuştu. Doğrudan ordu içinden yönetilebilen, sivil alanın bırakın müdahaleyi varlığından dahi haberdar olmadığı bir yapı oluşturmak daha rasyonel bulunmuştu. Sivil hükümetlerin de kısmen içine el atabildiği, hizipler oluşturabildiği Başbakanlığa bağlı bir MİT’in, kirli savaşta çıkartabileceği muhtemel arızalar hesaba katılmıştı belli ki. Erdoğan’ın büyük şansıydı bu. Fakat ne kadar büyük bir şans olduğu, ne kadar etkinleştirilebildiği de bu son operasyonda anlaşılıyor. Aylar önce gazetecilere sızdırılan, tweetlerde açıkça sinyalleri verilen bu tuzaktan Başbakan’ın son gün haberi olduğunu biliyoruz.
Medyaya gelince; matematiği aynı hocalardan öğrenmemişiz diyeceğim ben Turgay Oğur’a…
Özetle: Evet, Erdoğan’ın çok güçlü toplumsal desteği var. Her seçimde açık ara önde. Fakat Türkiye siyasetinin güç dengelerinde farklı bir matematik işliyor. Devlet-toplum ilişkileri geleneğinden, uluslararası aktörlerden, siyasetin görünmez mekanizmalarından bahsetmeyeceğim. Çünkü bunların hepsi eleştirmeye çalıştığım insanların zaten bildiği şeyler.
Sadece şunu soracağım:
Diyelim ki Erdoğan körlük yaptı. İttifaklarını yanlış kurdu. Devleti şeffaflaştırmakta yavaş kaldı. Liberallerle gereksiz çatışmalara girdi. Kürt siyasetinde savrulmalar yaşadı.
Bunlar bizim derin darbe karşısında sessiz kalmamızı meşru kılar mı?
Buradan mı yürüyeceğiz demokrasiye?
Yorum Yap