- 22.12.2011 00:00
Bu iş uzun sürecek. Ben kafamdaki plana göre yazarken, yeni cevaplarla yeni yeni yan pistler ortaya çıkıyor. Üstelik, tartıştığım üç kişiden Murat haftada dört, Nabi Yağcı üç, Roni Margulies de iki kere yazıyor. Bense bu toplam dokuz yazıya, haftada iki kere karşılık vermeye çalışıyorum. Bu “tarihsel asimetri”nin umarım herkes farkındadır. Sevgili okuyucular, görüyorsunuz ki Taraf beni haftada üçe çıkarmadığı veya yerimi yüzde 50 arttırmadığı takdirde, “amaçlarla araçların eşitsiz ilişkisi” sonucu yalnız, dolayısıyla mağdur, dolayısıyla haklı sayılmalıyım.
Şaka bir yana. “Savaş bitti”nin sonundaki mistik üslûp meselesinden, içerikte mistisizm meselesine gidiyordum ki, Murat Sosyalizm tartışmasına devam yazısını yazdı (17 Aralık). Bu yazının hayli hatâlı olduğu kanısındayım. Murat zaten kendi kişisel kimlik ve aidiyet duygusunu, “bağlanmış”lığını benim gündeme getirdiğim tarihsel gerçeklik sorununun önüne veya karşısına çıkarıyor. Bu kadarı da belirli bir idealizm damarı taşıyor. Şimdi o damarı kendi vicdanıyla sınırlayacağına biraz daha büyütüp genellediğinden endişe ediyorum. Her türlü ideoloji ile gerçeklik arasında bir sapma vardır (dolayısıyla eh, sosyalizmde de olur o kadarı ?) demek, sosyalizm için iyi bir savunma olamaz. Hele Hıristiyanlık benzetmesi iyice ters yöne gider ve sonunda, tam da benim söylemeye çalıştığım gibi, evet, sosyalizmden geriye, tıpkı Hıristiyanlık gibi, hattâ “yeni bir din” dediğimiz Atatürkçülük gibi, fondamentalist bir özlem ve niyetler imanından başka bir şey kalmadığına varır. Cumartesi’den itibaren (a) daha çok Roni Margulies’e yönelik Platonik sosyalizm ve (b) Murat, Hıristiyanlık, sosyalizm başlıklarıyla, bu ilk eleştirileri genişletmeyi umuyorum.
Şimdi ise sadece şuna değineyim : Murat yazısını katılmadığım iki önermeyle bitirmiş. Bir, “Halil’in yaptığı gibi Marksist pratiği çevresinden soyutlayarak baktığımızda, bir kötülük zinciri görürüz” diyor. Murat, bu biraz haksızlık, çünkü ben Marksizmin hiçbir alt teoremi ve pratiğine, dönemi ve koşullarından bağımsız bakmadım, bakmıyorum. Taraf’ta sırf son birkaç haftada değil, dört küsur yıl boyu defalarca bu meseleleri yazdım. Marx’ı hep tarihsel Marx olarak almaya çalıştım. Kendi zamanının hangi realitelerinden yola çıkarak düşünüyordu ? Getirdiği “çözüm”ler ne ölçüde kendi zamanıyla sınırlı, ne ölçüde daha genel ve evrensel olmak iddiasındaydı ?
Tabii buna, “zamanına uyma”nın “başka zamanlara [geleceğe, 20. ve 21. yüzyıllara] uymama” anlamına gelebileceği de dâhildir. İki temel kurumu alalım : demokrasi ve piyasa. Sosyalizm kapitalizme başlıca bu iki açıdan alternatif getirmeye çalıştı. İlki hakkında, evet, demokrasi 19. yüzyıl ortasında henüz güdüktü dedim. Ama bu güdüklükler Marx’ın kafasında derhal demokrasinin “burjuva”lığına, oradan da karşılığını “proletarya diktatörlüğü”nde aramaya dönüştü. Marx bu büyük iddiaya topu topu dört yıl içinde (1848-52), yani 30-34 yaşları arasındayken vardı. Bir daha değişmedi ve sosyalizmin siyasete bakışı açısından büyük bir zihinsel cendere haline geldi (bkz 31 Ocak 2008’den, önce kesintisiz sonra aralıklı olarak 26 Haziran’a kadar süren 13 bölümlü Sol ve demokrasi dizisi –Weimar Türkiyesi içinde, 85-108, 123-6, 151-12, 180-81; ayrıca, 15 Nisan - 22 Mayıs 2010 arasında, sosyalizmin siyaset ve demokrasiyle ilişkisine dair bir dizi daha– özellikle bkz Demokrasi “yalan”ı, 15 Mayıs 2010; hepsi yakında, Solcular, Kürtler, Giritliler içinde yayınlanacak).
Özetle, Murat’ın sözünü ettiği “çevre”yi ihmal etmedim; ama Marx’ın yanıtının olası tek yanıt olmadığını da gösterdim sanıyorum. 1815 Restorasyonunu izleyen kuşaklar belirli bir ayaklanmacı devrimseverlik taşıyordu (insurrectionist revolutionism). Buna Marx da dâhildi ve bu yüzden “burjuva demokrasisi”ni silip atmaya çok hevesliydi, baştan hazırdı. Bu ideolojik durum da koşulların, çerçevenin bir parçasıydı. Marx’tan sonrası için de hep aynı tarihsel yaklaşım içinde oldum. Sosyalizmin diğer köşetaşı olan piyasa düşmanlığına da bu bağlamda değindim; hele Türkiye’de, nasıl her zaman demokrasi karşıtlığıyla elele gittiğine dikkat çektim (16-21 Şubat ’08). Bu yaklaşım “Marksist pratiği çevresinden soyutlamak”sa, zıddı, yani çevresinden soyutlamamak nasıl olur(du): hattâ “çevresi icabı” zorunluydu diye mazur göstermeye varır mı(ydı), bilemiyorum.
İki. Murat, 17 Aralık yazının en sonunda “bu dünyada varolan bir yığın ‘pratik’ arasında yalnız birini ‘demonize’ etme” tehlikesinden de söz etmişsin. Beni neden bu açıdan uyarmaya gerek duydun ? Ben adalet terazisinin bir kefesine kapitalizmi, bir kefesine sosyalizmi koyup tartmıyorum ki. Ve nasıl Kürt hareketini eleştirmek için önce devletin yaptıklarını sayıp dökmek zorunda değilsem, sosyalizm eleştirisi için de önce kapitalizme muhalefetimi bir kere daha anlatmak ihtiyacını duymuyorum.
Kaldı ki, bu tartışmanın çıkış noktasında, solun ne olacağı, kendini nasıl tanımlayacağı sorusu var. Daha somut olarak, eski sosyalist soldan kalma bazı kesimlerin radikal Kürt hareketine hayırhah bakmaktan kurtulamayışı var. Ben buradan giderek dedim ki, bunun ardında solcuların eski siyaset anlayışından kurtulamayışı yatıyor. Belirli bir “devrimci, sosyalist” politika nosyonu vardır. (a) Partilerin ve pratiklerin kendilerine değil, arkalarında yattığı varsayılan “sınıf” ve “halk”lara bakar. (b) Bunları özsel,a priori karakterlerine göre katı, değişmez bir sağ-sol ıskalasına oturtur. (c) İyi-kötü, dost-düşman tercihlerini buna göre yapar.
Hepsi sakat. Murat’ı da tartışmaya çeken Solun hayal perdesi ve reel Kürt hareketi’ni bu nedenlerle yazmıştım. İyi ama, bu bağlamda öncelikle sosyalizmi tartışmayacağız da ne yapacağız ? Zaten sosyalizmin bittiğini de tam bu çerçevede, epistemolojik kopuşa dikkat çekmek için vurguladım.
Zamanımız çok ve Nabi Yağcı’nın sarıldığı, ikna değeri sıfır “şimdi KCK tutuklamalarına karşı mücadele zamanı” mazeretinin tersine, hiç öyle âcil görevler, bizi bekleyen büyük seferberlikler de yok. Bu yavaşlıkta devam edeceğim.
Yorum Yap