Halil BERKTAY
Halil BERKTAY

Gazete: Serbestiyet.com

Hâlâ tatilden (4) Charles Rosen

  • 6.02.2013 00:00

 “Koyulaşan gece” Baudelaire’i Balkon’unda sarar ve içine alır (La nuit s’épaississait ainsi qu’un cloison; Cahit Sıtkı anlamı vezne ve mısra uzunluğuna feda etmiş âşıkların arasına değil, ikisinin de etrafına bir duvar, bir koza örüyor; Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece yerine Etrafımızda kalınlaşan bir duvardı gece demesi doğru olurdu). Lorca’nın Somnambule Ballad’ında da mahrem bir meydan vardır. Cabra geçitlerinden yaralı gelen genç kaçakçı ile sığınmak istediği evin sahibi (ve delikanlının sevgilisinin babası), terasa çıkıp genç kızın sarnıçta yüzen cesedine yukarıdan bakar. “Sarhoş jandarmalar kapıyı yumruklar”ken “gece, küçük bir meydan kadar mahrem” oluverir (La noche se puso intima / como una pequena plaza).


Birikim, derinlik, çok boyutluluk

Bu içe kapanma, bu mahremiyet daha çok seyahatte başıma geliyor. İstanbul’la, günlük hayatla, mekâna demir atmış rutinlerle sınırlı bir gerçeklikten kopuyor; ayrı, kuytu bir yoğunlukta, çoğu zaman düşünmediğim düşüncelerin akışına kapılıyorum. Sonra uçuş (fiziksel ve mecazî anlamda) bitiyor, büyü bozuluyor ve toprağa dönüyorum. O birkaç saatin kesafetini tel tel ayıklamaksa günler sürüyor.

Charles Rosen ölmüş, hem de tâ 9 Aralık’ta; ben ancak 25 Ocak’ta, Münih yolunda, yerden on kilometre yukarıda, okumayı geciktirdiğim bir dergideki küçük ilândan, sarsılarak öğreniyorum. Ah. Keşke tanısam dediğim biri daha gitti bu dünyadan. Yan sıradakiler biraz tuhaf bakıyor sanki. Altımızda bulutlar bembeyaz uzanıyor.

Kimdi Charles Rosen? Tarifi çok zor. Birinci sınıf bir konser piyanistiydi; hem müzisyen hem müzik eleştirmeniydi; üstelik, müzik dışı alanlarda da derin düşünen bir kültür ve sanat tarihçisiydi. Öyle bir birikimi vardı ki... Piyanoya üç-dört yaşlarında başlamış; 17’sinde Princeton Üniversitesi’ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı okurken matematik ve felsefe dersleri de almış; 1947’de lisansını alınca özel bir bursla dâvet edildiği Fransız Edebiyatı doktorasını da 1951’de tamamlamış; aynı yıl ilk profesyonel resitalini de vermiş ve ilk plaklarını doldurmuş; ama işe bakın ki bütün bu süreçte hiç formel müzikoloji öğretimi almamış; herhangi bir müzik diploması edinmeyi “fazla kolay olur” diye reddederken, müzik tarihi ve teorisi hakkında bildiği hemen her şeyi kendi kendine öğrenmişti.

Bundan sonra da hayatını bu kulvarlarda götürdü; çaldı, ders verdi, düşündü ve yazdı. İlk defa 1960’ta, doldurduğu bir Chopin plağının arka kapak tanıtımına kızdığı için, artık kendi kaleme almaya başladığı bu kapak notları, bir yazar olarak yeteneğinin farkedilmesine yol açtı. Ne verirseniz yayınlarız teklifleri geldi. Bu patika da zamanla, 1971’deki baş yapıtı The Classical Style’a (Klasik Üslûp), sonra The Romantic Generation’a (1995; Romantik Kuşak), beş yıl önce yarısını Boston’daki bir kitapçıda ayaküstü okuduğum ve kızıma alıp getirdiğim The Piano Notes’a (Piyano Not/aları, 2002), bunlar da dahil on beş kitap ile yüzlerce makale, deneme, ders ve konferansa uzandı.


Sanatçının kendini stil ve biçim sayesinde özgürleştirmesi

En son Freedom and the Arts’ı (Sanatlar ve Özgürlük), henüz kanserle boğuştuğu 2012 yılında Harvard University Press’ten çıkmıştı. Bu kitaptaki Freedom and Art (Özgürlük ve Sanat) denemesini, 42 yıl boyunca sürekli katkıda bulunduğu The New York Review’da okumuştum (10 Mayıs). Rosen, herhangi bir sanat eserinin “anlam”ının neden çok karmaşık olduğunu anlatıyordu. 1960’ların ilk yarısında Marksizmin “esastan” konuşulamadığı bir dönem vardı. Marksist sanat teorisi daha tehlikesizdi; genç kuşağın sosyalizmi arayışında bir olanaktı. Bizler “öz” ve “biçim” konularını çok sık tartışırdık; hattâ öyle ki, Şahin Alpay bir gün sokakta “azizim ben bu Marksizm ve sanat işini artık bırakıyorum” deyivermişti. Haklıydı da, çünkü dipsiz kuyuydu; habire yaptığımız, (Marksizmin çok öncesinden, tâ Erasmus’tan geldiğini bilmeksizin) “öz”ün esas ve “biçim”in tâli olduğu, “biçim”in “öz”e veya “içeriğe” hizmet etmesi gerektiğini tekrarlamaktan ibaretti. Murat Belge’nin, sanırım bir ara Cumhuriyet’teki kültür sayfalarında altını çizeceği gibi, sanat eserinin alt tarafı “güzel bir form” olduğu basit gerçeğiyle başlamaktan çok uzaktık.

Rosen’ın sayısız örnekle desteklediği tez ise, geride bıraktığım ama unutmadığım bu şematizme tersti:Stilin konudan özerkliği önemlidir. Hattâ stil özü, içeriği belirleyebilir. Bu da iyi bir şeydir çünkü sanatçının önünde yeni özgürlük olanakları açar. Sanatın zenginliği, büyük ölçüde, açık ve belirtik olmayan anlamların zenginliği ve içiçeliğinin mesajı belirsiz kılmasından kaynaklanır. Müzikte bu, büsbütün önemlidir. Edebiyattan çok daha fazla müziğin anlamı, “ne dediği”ne değil “ne olduğu”na bağlıdır. Sanatın ve sanatçının bu içsel özgürlüğü, (dışa, iktidara karşı dahil) başka her tür özgürlüğünün de başlangıcıdır.

Evet, Rosen ölmüş. Dünyada böyle hayatlar da var, küçük taşramızda farkına varmadığımız.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar