Halil BERKTAY
Halil BERKTAY

Gazete: Serbestiyet.com

Değinmeler (2) Aydın Engin’e birkaç itiraz

  • 21.02.2013 00:00

 Son iki aya ilişkin, uzun yazamayacağım, ama görmemiş olmak da istemediğim bir yığın şey var, demiştim (13 Şubat 2013). Kafamdakilerden biri de, Aydın Engin’in, Taraf’ın barış sürecine destek dizisinde açıkladığı, barışı kolaylaştırıcı değil zorlaştırıcı görüşlerle ilgiliydi (11 Şubat). Araya, Orhan Miroğlu’nun Musa Anter Cinayeti kitabından yola çıkan üçlü PKK eleştirisi girdi. Daha iyi oldu; asıl şimdi sırası. Öte yandan, pek kısa da kalamadı; dallanıp budaklanıverdi.


“Kürt penceresi” hangisi

Aydın Engin’in demeci “Barışa bir de Kürt penceresinden baksak” başlığını taşıyor. Yazının kalanında da hep “Kürtler neyi hedefleyecek” diye soruyor; “Kürt penceresi” ifadesini tekrarlıyor; “Kürtler için” yeterli olmayabilecek barışlardan söz ediyor. Kıstas olarak “Kürtlerin bir daha PKK gibi bir örgütlenmeye ihtiyaç duymayacakları bir barış”ı getiriyor.

Bence bunların hepsi problemli. Zira “Kürt/ler” diye tek ve genel bir özne yok. Çeşit çeşit Kürtler ve Kürt görüşleri var. Gerçi Aydın Engin de iki yerde ifade tarzını değiştiriyor; “Kürt milliyetçiliğini savunanlar” ile “Kürtlerin ulus-devlet cenderesine sokulmasına karşı olan”lardan söz ediyor. Ama sonuçta, “Kürtler” ve “Kürt penceresi” diye hep o milliyetçi vizyona dönüyor.


Bugün hangi barış gündemde

Bu mesele bugün nasıl bir barış olabileceğiyle de çok yakından ilişkili. Aydın Engin’in bir türlü telaffuz etmediği basit gerçek, bugün varılacak barışın bir tarafı TC ise, diğer tarafının da (genel olarak Kürtler değil) PKK olduğu. Buna bağlı ikinci husus, bunun ancak şimdiki iç savaşı bitiren bir barış olabileceği. Oysa Aydın Engin “barıştan ve barışçı çözümden ne anlaşıldığına gelince sorun biraz karışıyor” deyip, buna “yarım yamalak” değil, (yukarıda da aktardığım gibi) “Kürtlerin bir daha PKK gibi bir örgütlenmeye ihtiyaç duymayacakları bir barış” tanımını eklediğinde, işte asıl karışıklık o zaman başgösteriyor.

Çünkü şimdiki barış, gayet net söyleyeyim, tam da Aydın Engin’in küçümsediği o “yarım yamalak barış” olmak zorunda. Daha iyi anlaşılsın diye sol kültür arkaplanımıza başvurarak, biraz abartılı da olsa “Brest-Litovsk tipi bir barış” diyebilirim. Bu barışla “Kürt sorunu” çözülmüş olmaz, olmayacak. Gerçi, PKK’nın ya sınır dışına çekilmesi ve/ya hattâ silâh bırakması karşılığında, herhalde Kürt haklarında da bir dizi genişleme gerçekleşecek; gidişata bakılırsa, “Türklük” değil “Türkiyelilik” vurgusu anayasaya girecek. Ama bütün bunlar Kürt sorununun nihaî çözümü değil, Kürt sorununun çözümü için daha geniş ve ferah bir barışçı siyasî mücadele alanı ve mecrasının açılması anlamına gelecek. Bundan sonra nihaî çözüm için yılların geçmesi; Kürtleri mağdur eden bütün eşitsizlik ve ayırımcılıkların kültürden ve sosyal ilişkilerden, günlük hayattan silinmesi gerekecek.


Silâhlı mücadele bir “ihtiyaç” sorunu mu

Bu perspektiften bakıldığında, Aydın Engin’in vurguları, açıkçası, yumuşak üslûbuna karşın tipik bir solcu maksimalizmi gibi gözüküyor. Bu izlenimi güçlendiren başka şeyler de var. Örneğin PKK gibi bir örgüte “Kürtlerin” artık “ihtiyaç” duymaması ifadesini anlamakta zorluk çekiyorum. Bu, genel bir “ihtiyaç” sorunu muydu, yoksa bu örgütü kuran ve yöneten (ama kendilerini bütün Kürtlerle özdeş gösteren) insanların ideolojik tercihi sorunu mu?

Bu formülasyonlardan ilki, (çok karşı olduğum bilinen) silâhlı mücadele “zorunlu ve kaçınılmazdı” çünkü “başka çare yoktu” söylemiyle net bir farkı, ayrışmayı yansıtmıyor. Dahası, bu “ihtiyaç”ı toptan ortadan kaldıracak bir barış önerisi, işi büsbütün bulandırıyor. Örneğin bana göre böyle bir “ihtiyaç” şimdi de yok, çünkü (Alper Görmüş’ün geçmişte çok iyi izah ettiği gibi) olabilecek bütün Kürt haklarının barışçı siyasî mücadelesini vermek mümkün ya hep mümkündü, ya da en azından “artık” mümkün. Madalyonun diğer yüzünde, ne yaparsanız yapın “hayır, silâhlı mücadeleye bugün de ‘ihtiyaç’ var” diyenler şimdi var olduğu gibi, olası bir (onlara göre) “yarım yamalak” barıştan sonra da hep olacak. Dolayısıyla böyle vuzuhsuz, ölçüt olmayan ölçütler, silâhların susması için gerekli asgarilerde uzlaşmayı imkânsız kılmak isteyenler için koz oluşturacak.

İki eleştirim daha var ki özellikle sonuncusu, hem Charles Rosen yazımın bitişiyle, hem IMRO ile PKK arasında yaptığım karşılaştırma ile buluşuyor. Cumartesiye ve sonra gelecek hafta Çarşambaya anlatacağım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar