- 23.02.2013 00:00
Aydın Engin’in “yarım yamalak bir barış”a karşı “Kürt penceresinden bakılırsa görülecek barış” diye öne çıkardığı vizyonda bir önemli koşul, “bir daha PKK gibi bir örgüte ihtiyaç duyma”maları ise, bir diğeri, barışın Türkiye ile sınırlı kalmaması. İşte asıl bu yaklaşımın hiç olabilirliği yok; “ölme eşeğim ölme”leri, “olmayacak duaya âmin”leri hak ediyor.
Dört parçanın ayrılmazlığı, Kürtlerin ortak vizyonu mu
Akıl var iz’an var. Barış Türkiye’den başka nerede aranabilir? Devlet ve PKK, “TC sınırları içinde” değil de neredeki bir barışı konuşabilir?
Aydın Engin’e göre bu, olması gereken şey (mümkün olup olmadığıyla pek ilgili değil gibi). Argümanına “Dört ülkeye... serpiştirilmiş bir halktan söz ediyoruz” diye başlıyor ve Türkiye ile sınırlı bir barışçı çözüm sağlanırsa TC yurttaşı Kürtlerin “öteki parçalara dönüp... biz başımızı kurtardık... Siz artık başınızın çaresine bakın” diyemeyecekleri, demelerinin ahlâklı olmayacağı hükmüne sıçrıyor.
Hemen bu noktada bile bir tuhaflık var; hem, dört ülkedeki Kürtleri içerecek bir ulus-devletin Kürt milliyetçilerinin hedefi olduğunu vurgulayıp, böylece “Kürtlerin bir ulus-devlet cenderesine sokulması”na karşı çıkarak, “milliyetçiliği çağdışı bir ideoloji olarak... reddeden” Kürtlere hitap tavrını benimsiyor (ki katılıyorum). Ama hem de bu dört parçanın ayrılmazlığı hissine Kürtlerin ortak realitesi, genel Kürtlük halinin vazgeçilmezliği muamelesi yapıyor ki bu, reddettiği fikrin doğruluğu, “dört parçacı” Kürt milliyetçilerinin haklılığı anlamına geliyor.
KCK hem dörtlü konfederasyon olacak, hem de üniter devletlere dokunmayacak
Bir kere bu, ampirik bakımdan yanlış. Türkiye gibi İran, Irak ve Suriye’de de, kaderlerini o ülke çerçevesinde düşünen Kürtler hayli kalabalık. Esasen bu yüzden, tek ve birleşik bir Kürt hareketi de yok, önderliği de yok ve olacak gibi de değil. Nitekim PKK da PJAK gibi eklentileriyle böyle bir şey kurmaya kalkışmıyor; yaptığı, destek ağını ve dayanak noktalarını geniş tutmaktan ibaret (ki o kadarı bile, “alan tecavüzü” yüzünden büyük sorunlarla yüz yüze geliyor). Herkes pekâlâ “sen kendi işine bak” havasında. Bu çerçevede, TC Kürtlerinin diğerlerine “biz başımızı kurtardık” demesi, hiç de Aydın Engin’in iddia ettiği gibi bir kabul edilemezlik hali oluşturmaz. Tam tersine, özellikle Irak ve Suriye Kürt önderliklerine rahat bir soluk bile aldırabilir.
İkincisi, bir yandan dört parçayı birleştirecek bir Kürt ulus-devletini reddederken diğer yandan aynı dört parçaya uzanacak bir KCK’ya sarılmak, birkaç bakımdan iyice abes. Anlaşılan Aydın Engin, “bir örgütlenme modeli olarak KCK”da, daha geniş ve derin tartışılması gereken erdemler görüyor. Bu bağlamda, Öcalan’ın KCK’yı “devlet olmayan bir konfederasyon” olarak tanımlamasına reel bir değer atfediyor. İşbu KCK’nın dört ülkedeki Kürtler arasında şimdi buraya dikkat “o ülkelerin üniter yapılarına dokunmaksızın” ama aynı zamanda “kısıtsız siyasal, kültürel, ekonomik ilişkiler kurma hedefi”ni (italikler bana ait) ciddiye alınmaya değer buluyor.
Ütopikliğin ötesinde, sonsuz ve sonuçsuz bir maksimalizm
Gerçi hakkını vermek lazım; Aydın Engin de kendi önerisi için “Çok ütopik bulunabilir” demiş. Ama bu, ütopikliği de aşıyor; ciddiye alınacak olsa, şimdiki barış arayışını alabildiğine kıyısızlaştırıp imkânsızlaştırmak için, PKK şahinlerinin dahi aklına gelmeyebilecek bir formül sunuyor.
İlk ve en basit sorun, 1980’lerin ortalarında, Türkiye topraklarında, TC devletiyle başlamış, bu derece somut bir savaşı bitirme görüşmelerinde, PKK’nın bunu nasıl gündeme getireceği, ne talep edeceği ve TC’nin buna nasıl karşılık vereceği. Yani Öcalan (ve/ya Kandil), TC ile barışın koşulu olarak MİT’ten İran, Irak ve Suriye nezdinde tavassutta bulunulmasını mı isteyecek? Daha iyisi, onlar da masaya otursun mu diyecek ki dörtlü KCK konfederasyonunu hep birlikte konuşalım?
Olacak şey mi bu? Neyse ki Abdullah Öcalan’ın, bunun cevabının “siz çıldırmışsınız” veya “lütfen reel şeyler söyleyin” veya “peki, biz gidiyoruz”dan başka bir şey olamayacağını, herhalde Aydın Engin’den daha iyi bildiği umulur.
Yorum Yap