- 17.03.2011 00:00
Ebu zer, peygamberin döneminde yaşamış gifarlı bir kabilenin mensubudur. Daha Muhammed’e vahiy gelmeden önce, kendi kavminin yaptıkları putlara tapmayı absürt bulup, tanrıyı arama serüvenine girmiştir. Ve daha sonra İbrahim’in dini olan hanif dinine inanmıştır. Muhammed’e vahiy geldikten sonra kendisinin de inandığı değerleri Muhammed’in dininde de görünce iman etmiştir.
Esmer, iri cüsseli, uzun boylu ve gür saçlı bir kimse olan Ebu zer Müslüman olduktan sonra Kâbe’nin putlarına meydan okuyup, Müslümanlığını haykırmıştır. Kâbe’nin yanındaki müşrikler onu öldüresiye dövmüştür. Bu olay üzerine Muhammed onun Mekke’de bulunmasının, ona zarar vereceği endişesiyle kendi kabilesinin yanına, tebliğ için gönderecektir. Muhammed’in dinini kendi kabilesine anlatması sonucu birçok kabile mensubu bu dini kabul edecektir. Daha sonra Ebu zer peygamberin Medine’ye hicret etmesiyle beraber, kendisi de onun yanına gidecektir. Medine de peygamberin yanında hiç ayrılmayan Ebu zer peygamber ile beraber birçok savaşa katılır. Zaman içerisinde Kur’an’ın ve hadislerin çok iyi bir müfessiri olan birisi olacaktır.
Peygamberin ölümünden sonra Ebu zer, daima Ali etrafında oluşan muhalefet bloğunda yer aldı. Ebubekir’e Ali’nin halifeliğe daha layık olduğunu savunmakla beraber biat etti. Ömer halifeliği zamanında da Ali’yi desteklemesine karşın biat etti. Osman’a ilk biat edenlerin içerisinde olmasına karşın onun yaşlılığı ve yumuşaklığı sebebiyle başarılı olamayacağı konusunda endişeye düştü. Osman kendi akrabası olan Muaviye’yi Şam(Suriye) valisi olarak atadı. Bu dönemde de fetih hareketlerinin içinde aktif olarak yer alan Ebuzer Muaviye’nin Suriye’deki yükselişiyle birlikte sesini yükseltmeye başladı. Genel olarak mülkün asıl sahibi olma iddiasıyla Osman devrinin ikinci yarısından itibaren başlayan Arap/Kureyş asabiyetine dayalı “muhafazakâr/devletçi” politikayı eleştirmeye başladı. Devlet olmanın ve fetih hareketlerinin getirdiği zenginleşme karşısında Ebu zer “değerler” savunması yapmaya başladı.
Muaviye’nin yaptıklarını sert bir dille eleştirmeye başladı. Öyle ki Muaviye’nin bugünün diliyle yaptırdığı beyaz sarayı kastederek “Eğer bu yaptığın kendi paranla ise israftır, yok eğer halkın parasıyla ise ihanettir” dedi. Zamanla zengin ile fakirin arasındaki fark artmaya başlaması ve Muaviye’nin lüksiyete kaçması ile beraber Ebu zer tekrardan Muaviye’nin karşısına çıkar ve Tövbe süresinin 34. Ayetini okumaya başlar. “EY İMAN EDENLER! Şu hahamların ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını hem haksızlıkla yiyor hem de onları Allah yolundan alıkoyuyorlar. ALTINI ve GÜMÜŞÜ biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara acı bir azabın beklediğini haber ver.” Ancak Muaviye ayeti kendi üzerinden atmak için bu ayet Ehl-i kitaba söylenmiştir der, bunun üzerine Ebu zer her iki kesimi muhatap aldığını söyler.
Ebu zerin söylemleri halkın arasında geniş yankı bulur. Halk kendilerini saran bu açlığa tepki vermek için sokağa dökülür. Muaviye bu işin bu noktaya gelmesinin en temel kaynağı Ebu zer olduğunu söyler ve onu Osman’a şikâyet eder. Bunun üzerine Osman onu Medine’ye çağırır ve hakkında söylenenlerin doğru olup olmadığını söyler. Yapılanların haksızlık olduğunu Osman’a da anlatır ve onu da eleştirmeye başlar: “Yakınlarını tayin ediyorsun, adam kayırıyorsun, Tuleka’ya yakınlık gösteriyorsun…”
Bunun üzerine Osman onu rebeze çölüne sürgün eder ve burada iki yıl kaldıktan sonra ölür. Peygamber onun için “o yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız haşrolunur” demişti. Evet, Ebu zer yaşanılan tüm sıkıntılara karşı susmadı ve yalnız kalmak pahasına hakkı ayakta tutmaya çalıştı. Ebu zer ölmüş olabilir ama Ebu zer ruhlular ölmemeli ve biz onun ruhunu yaşatmalıyız.
Gerek İslam dünyasında ve gerek tüm dünyada zengin ile fakirin arası çığ gibi büyüyor. Eğer biz kendimiz, bu haksızlığa karşı sesimizi duyurmaktan korkuyorsak veya yapılan bu zulmün bir parçası oluyorsak, bunun hesabını nasıl vereceğimizi de düşünmemiz lazım. Çağın Ebu zeri olmak dileğiyle…
Yorum Yap