- 3.03.2014 00:00
Bir önceki yazımı bir gece yarısı, dinlediğim konuşmaların “gerçek konuşmalar” olduğu kanaatiyle, adeta yüreğimden taşan bir adalet isyanı olarak kaleme almıştım. Ancak yayınlandığında böyle bir gürültüye malzeme olacağını aklıma bile getirmedim, ziraSerbestiyet’te çıkan hiçbir yazım böyle bir muamele görmedi. İki günden beri kopan gürültü, çalan telefonlar, atılan mailler beni hem şaşırttı, hem de gündemim alt üst oldu. Gelen maillerin bazılarını okudum, sonra bütün bu hengâmeye kendimi kapatmaya karar verdim. Bu yazıyı da, ne görsel ne de yazılı medyada, yazımla ilgili hiçbir haberi okumamış ve seyretmemiş bir haldeyken yazıyorum, çünkü bu tür sansasyonel atraksiyonlara hiç, ama hiç tahammülüm yok.
Ayrıca, yazımın kendi bağımsız mecrasından çıkartılarak, hükümet – Cemaat kavgasında bir yere oturtulması; Cemaat mensupları ve onlarla elbirliği eden diğer yayın kuruluşları tarafından bu şekilde gündemleştirilmesi, twitterın sallanması, benim son derece rahatsız olduğum, kendimi kullanılmış hissettiğim bir durum oldu, bunu da belirtmek istiyorum.
Yazım sebebiyle gelen tebrik mesajlarının bir kısmı Cemaat’ten tanıdığım insanlardandı, arkadaşlarım ya da akrabalarım olan insanlar… Bir tür kahramanlık yaptığımı düşünenler vardı. Gözyaşları içinde başbakan için vaktiyle ne kadar dua ettiklerini, esas onu kaybettikleri için üzüldüklerini söyleyenler vardı. Hükümetin kendilerini bu şekilde hedef almasını haksız ve hukuksuz buldukları için, benim böyle bir yazıyla kendileriyle empatik bir uyuma ulaştığımı düşünenler vardı. Onlara bir kahramanlık yapmadığımı, bu kez farklı bir dozda olsa da, böyle eleştirel yazıları pek çok kez yazdığımı anlatmaya çalıştım. Yine bazı mesajlar benim gibi, dinlediklerini “gerçek” kabul eden insanların destek ve paylaşım içerikli mesajlarıydı. Onlar da yaşadıkları hayal kırıklığını ve kandırılmışlık hissini dile getiriyorlardı.
Bazı dostlarım, kardeşlerim ve Serbestiyet’teki bazı yazar arkadaşlarım ise, konuşmaların montaj olma ihtimalini hiç dikkate almadan, acele ve fevrî bir çıkış yaptığımı ifade ettiler. En azından bir not düşerek, “gerçek olması halinde” gibi bir kayıtla görüşlerimi dile getirmem gerektiğini, bu şekilde çok keskin ve hüküm verici bir yazı yazarak vebale girdiğimi düşünenler vardı. Bu arada “fasığın getirdiği habere itimat edilmemesi gereği” üzerine pek çok mail aldığımı da not edeyim.
Tabi ki bu eleştiriler üzerine düşündüm. Belki de, “nereden, nasıl elde edildiği belli olmayan bu ifşaatı hiç dinlememek gerekir” diyen Tuncer Köseoğlu gibi bir tavır göstermem ve temkinli davranmam gerekirdi. Bu eleştirilerde bulunanların haklı olabileceklerini kabul ediyorum. Ancak bu mesele, sadece montaj olup olmadığı belli olmayan bir kaset meselesinden ibaret değil. Hükümetin yolsuzluk iddialarına karşı ikna edici cevaplar sunamaması yüzünden, oldukça sıkıntılı ve sancılı bir sürecin içindeyiz.
İşlerin kötüleşmesinde perde arkasında iş çeviren bir takım güç odaklarının müdahaleleri ve komplolarının etkisi var, eyvallah! Ancak hükümetin demokratikleşme, şeffaflaşma, çoğulcu politikalar üretme konusundaki gayretlerinin yetersizliğinin de bu kötüleşmede rolü var. Özellikle Gezi olayları sonrasında, ülkeyi gerilim siyasetine mahkûm eden bir politik akla itibar etmesinin de payı var. Balkon konuşmaları yerine Kazlıçeşme mitinglerinin dilini siyasetin baskın dili haline getirmesinin de etkisi var.
Önümüzdeki seçimlerde vatandaşın eğilimi “…ama çalışıyorlar” şeklinde tecelli edebilir ancak bu ülkede hukuk diye bir müessese var olacaksa, böyle bir sistemin sürdürülebilir olamayacağı âşikârdır. Hem hukukun, hem de zedelenen güvenimizin tesisi hükümetin sorumluluğundadır.
Yorum Yap