- 18.12.2013 00:00
Belki daha önce bahsetmişimdir. Bir gün uçaktayım... New Yorkİstanbul uçağıydı. Yanıma oturan adam enteresan bir işle uğraşıyordu. Az gelişmiş ülkelerdeki ilginç ve yaratıcı işler yapan şirketlere ortak oluyorlarmış. Bu yolla o küçük şirketlere finansal destek veriyor ve şirketlerin büyümesini sağlıyorlarmış. Sosyal sorumluluk yönü güçlü olan bir çeşit melek yatırımcılık işi yani...
Bu adamcağızla Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi konusunu konuştuk. “Ekonomik çıkarlarınızdan bakarsak girmeniz sizin için iyi olmaz ” dedi. “Çünkü Avrupa Birliği’nin kurallarıyla hareket etmek teorik olarak kulağa çok hoş geliyor olabilir ama bu sizi bitirebilir de... Türkiye’nin bir süre daha kuralsızlıkla gitmesi kendi hayrına... Dinamizminizi ve hızınızı buradan alıyorsunuz, o yüzden... Bakın, örneğin ülkedeki çok sıkı ekonomik bürokrasi, İtalyan şirketlerinin elini kolunu öyle bağlamış ki bu şirketler İtalya dışına çıkıp yatırım yapmaya çalışıyorlar.”
Ekonomide ve siyasette uyulması gereken kurallar olduğu hâlde bu kuralların delinmesi ya da etrafından geçilmesi teorik olarak kötü bir şey. Kurumsal yapıların ticari olarak sisli boşluklardan akmasını hoşgörmek tabii ki ahlaki değil, ancak bu durum ülke ekonomisine ister istemez bir esneklik kazandırıyor, gelişimi besleyen bir dinamik oluyor. Zaten Amerikalı akademisyen olan Chris Blattman diyor ki, dünyada yapılan araştırmalarda yolsuzluğun ekonomik gelişmeyi baltaladığıyla ilgili doğrudan kanıtlar bulunmuş değil...
Minik bir örnek verirsem ne dediğim belki daha iyi anlaşılır. Geçmişte telif hakları bugünkü kadar katı olsaydı, tekstil şirketleri bu kadar büyüyebilirler miydi. Çorabın üzerine Adidas yazısını basıp ucuza satmak var, Adidas’a telif ödeyip pahalıya satmak var. Bu bir yolsuzluk ama o küçük şirketi büyüten bir yolsuzluk, dolayısıyla ülkenin de tüketicinin de işine yarayan bir yolsuzluk. Belli bir noktadan sonra şirketler büyüyor ve bunu yapmaya ihtiyaç duymuyorlar.
Nitekim Türkiye’nin gelişmiş ülkelere karşı rekabet gücünü artıran da yolsuzluk. Trajik ama bu tez doğru... Rüşvet vermeyi ve almayı çok iyi bidiğimiz için doğu Avrupa ve Afrika ülkelerindeki işadamlarımız bu kadar başarılı.
Ben dâhil çoğu insan bu konuya romantik bir perspektiften bakıyoruz. Yolsuzluk ve adam kayırma... Rüşvet ve birini diğerine karşı haksızca tercih etme, hayatımızda olmasın istiyoruz. İstatistikler de gösteriyor ki az gelişmiş ülkelerde yolsuzluk oranı en tepede... Sonra gelişmekte olan ülkeler geliyor ve ardından gelişmiş ülkeler. Ancak bu istatistiklere rağmen yüzyılın en büyük yolsuzluk skandalı Enron, en gelişmiş ülke olan Amerika’da yaşandı. Fakat Amerika’daki bu yolsuzluk, Amerika dâhil hiçbir gelişmiş ülkede, toplumsal tabana, bizim gibi ülkelerde olduğu kadar yayılmadı. İsterseniz kendi hayatınızı bir düşünün; işyerinizde belli insanları kayırırken, üniversitenize asistan alırken, küçük kafenizdeki fiyat politikanızı belirlerken, trafik polisiyle karşılaşırken, özel kaynaklardan aldığınız bilgiden hareketle kıymete binecek bir muhitten arazi düşürmeye çalışırken, vesaire vesaire... Göreceksiniz ki yolsuzluk olmadan bu ülkede peynir gemisi yürütülmüyormuş. İşte bu bizim trajedimiz.
Bu nedenle, yolsuzluk kesinlikle önlenmesi gereken bir alan ama bunu yaparken siyasi olarak istismar da edilebilecek bir alan. Ancak daha da kötüsü, ekonomisi iyi kötü olgunlaşmış bir ülkede, yolsuzluk yapma rahatlığını ve gücünü istismar etmek...
www.vivahiba.com
twitter.com/hidirgevis
http://www.taraf.com.tr/hidir-gevis-2/makale-durustluk-romantizmini-birakin-yolsuzluk-bizim.htm
Yorum Yap