Yazarlarımız “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”nda Ne Dediler?

  • 24.06.2013 00:00

  15 – 16 Haziran 2013 günlerinde Diyarbekir’de düzenlenen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”na sitemizin 4 yazarı dâvet edildi. Ufkumuz yazarları Sezer Kurt, Fikrî Amedî, İbrahim Sediyani ve Yusuf Ziya Döger, konferansta yaptıkları konuşmalarında genel hatlarıyla şunları söylediler:

 

     ► SEZER KURT

     (Özedönüş Platformu Kadın Komisyonu Üyesi)

    Çatışmalar döneminde devlet hukuku askıya alarak milyonlarca kişiye insanlığın gördüğü en büyük işkence ve zulmü reva görmüştür. Birçok kişide kalıcı hasar oluşmuş, psikolojik travmalar geçirmiştir.

     Doksanlarda devletin kirli bir savaş yürütmesi, bu kirli savaşın bir sonucu olarak aşiretlerin aşiretlere, cemaatlerin cemaatlere, örgütlerin örgütlere düşman edilmesi bu düşmanlıklar neticesinde binlerce insanın hayatını kaybetmesi ile sonuçlanmış, Kürtler arasında derin düşmanlık ve husumetin girmesine neden olmuştur.

     Fidan Göngür gibi Kürdistan’da saygınlığı ile bilinen bir insanın yirmi yıla yaklaşan kaybı devlet için bir yüzkarasıdır. O'nun kaybı bu devletin kirli ilişkilerini, sabık geçmişini ispatlayan en önemli olaylardandır.

     İşlenen binlerce faili meçhul cinayetten dolayı binlerce aile çocuğunun, kocasının, babasının ve kardeşinin akıbetinden bihaberdir. Ziyaret edecekleri bir mezar için ömürlerini heba eden binlerce aile ve bu ailelerin dram hikayeleri mevcuttur.  Berfo Ananın ömrünü tüketen çocuğunun mezarını bulma mücadelesi bunun en tipik ve acıklı misalidir.

     Bugün cezaevlerinde hem siyasi hem de göçün beraberinde getirdiği sosyal yozlaşmadan kaynaklanan adli olaylardan binlerce Kürt cezaevlerinde ömrünü tüketmektedir. Tamamı ile sistemin çarpık zihniyeti ve uygulamalarına dayanan bu durum zaten mağdur olan Kürt ailelerinin omuzlarına hem maddi hem de manevi büyük bir yük yüklemektedir. 

     Nevroz mesajından sonra başlayan çatışmasızlık ve barış ortamı devleti bu sorunların çözümü noktasında sorumluluk almaya, kalıcı bir çözüm reçetesini uygulamayı zorunlu kılmıştır. Devlet acilen:

     1 - Genel bir af çıkararak toplumsal barışın ve sosyal dengelerin yeniden oluşturulması için ortam hazırlamalıdır.

     2 - Devletin Kürt sorununda çözümsüzlükte; baskı ve inkâr politikalarında ısrarının bir sonucu olarak oluşturulan koruculuk dağıtarak  bu talihsiz duruma son vermeli  ve Köy koruculuğunun yıllarca yaratmış olduğu tahribatları gidermelidir.

     3 - 12 Eylül’den kalma darbe anayasasının yerine Evrensel insani değerleri önceleyen bir anayasa hazırlanmalıdır. Kürt sorununa ad konularak çözülmesi ve Kürtlerin bütün haklarının anayasal güvence altına alınmalıdır.

     4 - Köye geri dönüş önündeki engeller kaldırılarak, devlet destekli projeler hayata geçirilerek köye dönüşler özendirilmelidir.

     5 - 20 yıllık çatışma sonucunda, göç eden herkese, ayırımsız, zarar tazminatlarının ödenmeli bu zararlara manevi zararlardan kaynaklanan mağduriyetlerde göz önünde bulundurulmalıdır.

     6 - Otuz yıllık savaşın Kürd halkının ruhsal dünyasında meydana getirdiği tahribatı rehabilite edici ek tedbirlere başvurmalıdır. 

     ► FİKRİ AMEDÎ

     (Özedönüş Platformu Yürütme Kurulu Üyesi ve AZADÎ İnisiyatifi Kurucu Üyesi)

     Türkiye’nin çok uluslu, çok kültürlü yapısına, dünyada giderek daha çok karşılık bulan çoğulcu yönetim anlayışına, en uygun olan federal devlet yapılanmasıdır. Kürt sorunu ancak federal bir sistemde eşitlikçi bir çözüme ulaşabilir. Kürt halkı temel haklarına böyle bir sistem içinde tam olarak kavuşabilir.

     Bu nedenle yeni anayasada, Türkiye federal bölgelere ayrılmalı Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde bölgesel kürt yönetimi oluşturulmalıdır. Türkiye’nin yeniden yapılanması federalizm ekseninde kurgulanmalı, bu bağlamda Kürt halkına, kendi kendisini yönetmesine olanak veren federal bir statü tanınmalıdır.

     Federal sistemin kabul edilmesi halinde Kürt sorunu ve bu soruna bağlı bütün sorunlar federal yapı içinde çözülecek devlet ile bölgesel Kürt yönetimi arasında geliştirilen özel hukuk ile ilişkiler rayına oturtulacaktır. 

     Anayasal ortaklık temelinde hayata geçirilecek olan sistemin sağlıklı yürüyebilmesi için devlet öncelikli olarak şu adımları atmalıdır:

     1 - Acilen yeni bir anayasa hazırlanmalı, bu anayasa etnik ve dini bütün grupları Türkiye’nin zenginliği olarak kabul etmeli, herkesin farklılıklarını koruyarak barış içinde bir arada yaşamasını garanti altına almalıdır.

     2 - Yeni anayasanın, evrensel hukuk standartlarını esas alan bir anayasa tanımı olmalı Türkiye'de yaşayan bütün etnik ve dinî farklılıkları açıkça vatandaşlık tanımının içine almalı, vatandaşlık tanımının Türk etnisitesine dayalı ırkçı ve tekçi ifadelerden arındırılmalıdır. Farklılıkları bir üst kimlik altında birleştirecek bir formül geliştirmelidir. 

     3 - Hazırlanacak olan Anayasa, üniter ve tekçi olmayan, tüm ulusların, etnik grupların, ideolojilerin, dinlerin, mezheplerin ve kültürlerin Kendi kimlikleriyle kendilerin temsil edebileceği bir anayasa olmalıdır.

     4 - Hazırlanmakta olan yeni anayasada Kürtler, millet olarak kabul edilmeli ve millet olmaktan kaynaklanan bütün hakları anayasal güvence altına alınmalıdır.

     5 - Kürtlerin binlerce yıldır yaşadığı coğrafya isminin Kürdistan olarak resmen kabul edilmeli, Kürdistan  federal sistem içinde bir statüye kavuşturulmalı ve anayasada böyle isimlendirilmelidir.

     6 - Kürt dili üzerindeki bütün yasaklar kaldırılmalı, Kürtçe eğitim dili olmalı ve bu isteğimiz yeni yapılacak olan anayasada formüle edilmelidir. Kürtçe federal yapı içinde resmi dil olarak kabul edilmeli ülke genelinde Türkçenin yanı sıra Kürtçe de ikinci resmi dil olarak kabul edilmelidir.

     7 - Kürtçe ve Kürdistan ismiyle siyasal partiler kurulmalı, bu alanda serbestçe faaliyet serbestliği sağlanmalıdır.

     8 - Kürtçe özel televizyon ve radyoların tesis ve yayın hakkı anayasal güvence altına alınarak Kürtçe basın ve yayın faaliyetlerinin halkça yürütülmesi için gerekli yasal değişiklikler yapılmalıdır.

     9 - Okullarda okutulan tarih, coğrafya sosyoloji v.b derslerde sadece Türklere değil diğer bütün etnik unsurlara yer verilmesi, tarih kitaplarındaki yanlı, yanlış ve düşmanlık üreten ifadelerin çıkarılıp yeniden yazılması

     10 - Çatışmanın sürdüğü bölgelerdeki tahribatı telafi edecek ciddi sosyo-ekonomik iyileştirmelerin ve yatırımların yapılması gerekmektedir.

     11 - Batı illerinde Kürtlere karşı meydana gelen linç olayları; yazılı ve görsel medyadaki düşmanlık dili engellenmeli, bu tür suçlar nefret suçları kapsamına alınarak ağır ceza ve müeyyideler uygulanmalıdır

     12 - Karşılıklı güven ortamının oluşturulması için İstiklal Mahkemelerinden günümüze kadar gerçekleşen tüm olayların aydınlatılması için devlet, elindeki tüm arşivleri kamuoyuna açmalı, bütün hukuk dışı uygulamaların, olayların ve faili meçhullerin aydınlatılması amacıyla STK’ların da dahil olduğu araştırma komisyonlarının oluşturulması, ulaşılan sonuçların gereğinin yapılması ve kamuoyuyla paylaşılması sağlanmalıdır.

     Şeyh Said ve arkadaşları, Said-i Kurdi ve Seyyid Rıza’nın mezar yerleri ve Fidan Göngür’ün akıbeti açıklanmalıdır

     13 - Tevhid-i Tedrisat yasasının kaldırılarak Kürt medreselerinin ve Kürtçe eğitim veren özel okul ve üniversitelerin açılmasının önündeki tüm hukuki engeller kaldırılmalıdır,

     14 - Yeni anayasa etnik ve din temelindeki tüm farklılıklara; kendi kültürlerini yaşama ve yaşatma hakkı tanımalı, 90 yılık ret ve inkarın meydana getirdiği tahribat, devlet desteği ile aşılmalıdır.

     15 - Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılarak her dinin, mezhebin ve etnik kimliğin, kendi hizmetlerini serbestçe yerine getirmesi için şartlar uygun hale getirilmeli her kes kendi dili ile dini faaliyetlerini yerine getirmelidir. 

     16 - Irak Kürtlerinin bağımsızlık yolunda atacağı her adım desteklenmeli Bölgesel Kürt Yönetimi'ne yapılan her saldırı bütün Kürtlere yapılmış sayılmalıdır.

     17 - Kürtler Suriye’de siyasi bir statü oluşturmalı bütün dini, etnik, mezhebi aidiyetlerin hakları adalet ve eşitlik temelinde verilmelidir.  

     18 - Kürdistan halkının her dört parçada serbest dolaşımına, ticari faaliyetlerine ve siyasi, içtimai, kültürel alışverişlerine hiçbir kısıtlama getirmeden izin vermelidirler.

     ► İBRAHİM SEDİYANİ

     (AZADÎ İnisiyatifi Kurucu Üyesi, AZADÎ İnisiyatifi Yürütme Kurulu Üyesi ve “Bütün İsimlerimizi Geri İstiyoruz” Girişimi Sözcüsü)

     Malcolm X, büyük bir insandı, yiğit bir mücadeleci, özgürlük savaşçısıydı. Malcolm X, bütün ömrü boyunca ırkçı – beyaz Amerika’da siyâhî halkların özgürlüğü ve kurtuluşu için mücadele etti.

     Malcolm X derdi ki: “Özgürlüğümüz için tek yol vardır: Kendi aramızdaki tüm fikrî ayrılıkları bir kenara bırakıp, düşmana karşı birleşmek.”

     İşte budur kardeşlerim; budur! Bizim yapmamız gereken de budur...

     Bu coğrafyada laik – kemalist Türk devletine karşı 39 ayaklanma gerçekleşti. Hepsi de yenilgiyle sonuçlandı! Geçmişte yaşanan 39 Kürt kıyâmını incelerseniz, tamamının da aynı sebepten dolayı yenilgiye uğradıklarını görürsünüz: Kürtler’in bir kısmı başkaldırırken bir kısmı da devletin safında yer alıp karşı çıkmış veya ilgisiz kalıp serhıldana destek vermemiştir.

     Bugüne kadar yaşanmış bütün Kürt özgürlük direnişlerinin yenilgiye uğramasının tek bir sebebi vardır ve o da budur! Sünnî Kürtler başkaldırmışsa, Alevî Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Alevî Kürtler başkaldırmışsa, Sünnî Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Kurmanc Kürtleri başkaldırmışsa, Zaza Kürtleri karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Zaza Kürtleri başkaldırmışsa, Kurmanc Kürtleri karşı çıkmış veya destek vermemiştir. İslamcı Kürtler başkaldırmışsa, Sosyalist Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir. Sosyalist Kürtler başkaldırmışsa, İslamcı Kürtler karşı çıkmış veya destek vermemiştir.

     Bu hep böyle olmuştur ve bugün olanlar da, bundan başkası değildir. Düşman bunu çok iyi bildiği için, dikkat ederseniz, Kürt milletini sürekli olarak “Sünnî – Alevî”, “Kurmanc – Zaza”, “İslamcı – Sosyalist” diye ayırmakta, Kürtler’i bu şekilde bölmeye çalışmaktadır.

     Bundan çıkış yolu aslında çok kolaydır ama yolu bilmek lazım. Yolu bilmediğiniz zaman, en yakın adrese bile ulaşmakta zorluk çekersiniz.

     Yolu, Malcolm X göstermiştir. Çok net olarak çizmiştir.

     Malcolm X şöyle diyordu. Lütfen, dikkatle dinlemenizi rica ediyorum: “Beyazların arasında sağcısı var, solcusu var, dîndarı var, ateisti var, demokratı, millîyetçisi, modernisti, gelenekçisi var. Bunlar durmadan kavga eder, tartışırlar, neredeyse biribirlerini boğazlarlar. Fakat ne zaman ki konu siyâhlar olur, bir bakarsın ki hepsi birleşmiştir. Aralarındaki tüm fikrî ve siyasî ayrılıkları bir tarafa bırakıp bize karşı birleşirler. Öyleyse biz de aynı şeyi yapmalıyız! Ey halkım, ey benim siyâh kardeşlerim, öyleyse biz de aynı şeyi yapmalıyız. Biz de böyle hareket etmeyi öğrenmeliyiz. Bizim halkımız arasında da sağcısı var, solcusu var, dîndarı var, ateisti var, demokratı, millîyetçisi, modernisti, gelenekçisi var. Biz de kendi aramızda fikirsel tartışmalar yapar, münakaşa ederiz; bu normaldir. Ama halkımızın özgürlüğü ve bağımsızlığı sözkonusu olduğu zaman, ulusal haklarımız sözkonusu olduğu zaman, aramızdaki tüm bu fikrî ve siyasî farklılıkları bir tarafa bırakıp birleşmeliyiz ve ulusal haklarımız için mücadele etmeliyiz.”

     İşte bizim hakikî kurtuluş reçetemiz, bu sözlerdir; Malcolm X’tir.

     Kürtler, bu bilinçte ve çizgide bir mücadele yürütmeleri gerekirken, ne yapıyorlar, ideolojik mücadeleler içinde yer alıyorlar. Daha bedenleri bile tutsakken fikrî ve siyasî kavgalar veriyorlar.

     Kürtler İslamcı oluyorlar, sosyalist oluyorlar, liberal oluyorlar, demokrat oluyorlar, sağcı solcu oluyorlar. Kürtler herşey oluyorlar ama sadece “Kürt” olamıyorlar.

     Kürt halkının millî kimliği bile tanınmazken, Kürdistan’ın adı bile yasakken, başkasının devletinde rejim değişikliği mücadelesi veren, İslamcılık – Sosyalizm kavgası yapan ideolojik Kürtler’in durumunu ben şuna benzetiyorum:

     Bir bahçe var; ama tapusu size ait değil. Bahçenin tapusu başkasına ait. Ve siz o bahçede “elma ağacı mı dikilsin armut ağacı mı?” kavgası veriyorsunuz! Yahu size ne? Bahçe sizin değil ki; tapusu başkasının ismine kayıtlı. O bahçede elma ağaçları olsa ne olur, armut ağaçları olsa ne olur? Sizin için değişen ne?

     Eğer bahçenizi çok seviyorsanız, önce tapusunu üstünüze alın, bahçeyi başkalarının gaspından kurtarın. Bahçenin tapusunu alın, sizin olsun, ondan sonra istediğiniz kadar “yok elma ağacı dikilsin, yok hayır armut ağacı dikilsin” kavgası verin! Kavga kaçmıyor ya...

     Tapusu başkasının elinde olan bir bahçede isterse dut ağacı dikilsin, ne fark eder? Dut ağacı var diye benim mi oldu yani?

     Bahçenin “benim bahçem” olabilmesi için, tapusu bana ait olacak veya tapuda benim de adım yazılacak! Bahçeyi ancak tapuda adımın yazılması benim yapar, sevdiğim ağaçların dikilmesi değil!

     Âzîz kardeşlerim;

     Vakit dar, biliyorum, zamanımız oldukça kısıtlı. Sadece 2 gün içinde 250 kişinin konuşması gerekiyor. Böyle olunca, haliyle ancak birkaç dakikalık konuşma süremiz var.

     Lafı uzatmadan, kısa ve net cümlelerle meramımı anlatmaya çalışacağım:

     Kürtler’in özgürlük mücadelesi, ideolojik temelde değil, ekolojik temelde bir mücadele olmalıdır. O zaman başarılı oluruz.

     Çünkü ideolojik davranış biçimi, bizi başkalarının kuyruğu yapar. Ancak ekolojik davranış biçimi, bizi kendi toprağımıza bağımlı kılar. İnsan toprağa bağımlı olursa, toprak da bağımsız olur.

     Sınırları tartışmaya açmadan sorunu konuşmanın da anlamı yoktur. Kürdistan dört parçaya bölünmüş bir ülkedir ve Kürdistan’ı bölen sınırlar, aileler arasına örülen, akrabayı akrabadan ayıran dikenliteller ğayr-i meşrûdur, âzîz İslam Şeriâtı’na göre de “Haram”dır! Dolayısıyla “Ben Müslüman’ım” diyen ve kendisini İslam’a nispet eden herkesin (Kürt olsun veya olmasın), Kürdistan’ı bölen ulusal sınırlara ve aileler arasına örülen, akrabayı akrabadan ayıran dikenlitellere karşı çıkması gerekir.

     Meydanlarda “Roboski’nin hesabını soracağız!” sloganı atıp ikide bir “Roboski” diyen bizim Kürt milletvekillerimiz, bir bakıyoruz ki Türk medyasına demeç vermişler ve şöyle diyorlar:“Bizim sınırlarla bir sorunumuz yoktur.”

     Sınırlarla bir sorunun yoksa, sorun nedir o zaman? Adına “Kürt sorunu” denilen şey, zaten o “sınırlar”dan başka nedir ki? Eğer senin sınırlarla bir sorunun yoksa, hiç boşuna meydanlarda “Roboski” diye bağırıp durma! Sınırlarla sorunun yoksa, sen Roboski’de katledilen o gençlerimizin yanında değil, onların üstüne bomba yağdıran katillerin yanındasın demektir; hiç kusura bakma! Neden? Çünkü Roboski Katliâmı, orada o “sınırlar” olduğu için gerçekleşti.O “sınırlar” olmasaydı, o köylülere kimse “kaçakçı” demiyecekti ve dolayısıyla böyle bir katliâm da yaşanmayacaktı.

     Hem “Bizim sınırlarla bir sorunumuz yok” diyorsun, hem de kalkıp “Roboski’nin hesabını soracağız” diyorsun! Sınırlarla sorunun yoksa Roboski’nin hesabını nasıl soracaksın; söyler misin bana? Sınırları tartışmaya açmadan Roboski’yi konuşmak mümkün mü?

     Çok sevgili İsmail Beşikçi Hocamız’ın bir sözü vardır. Oldukça anlamlı ve öğreticidir; tabiî anlamak isteyenler için. Şöyle diyor, Sarı Hoca: “Diyorlar ki, ‘Türkiye bölünmesin’; tamam, bölünmesin. ‘Suriye bölünmesin, Irak bölünmesin, İran bölünmesin’; tamam, bölünmesin. Peki ama, Kürdistan mı bölünsün?”

     Şu anda var olmayan, hayâlî sınırları tartışmaya açıp mâhkum etmek yerine, şu anda var olan, apaçık bir gerçek olarak önümüzde duran sınırları tartışmaya açıp mâhkum etmek, daha sahih bir davranış biçimi değil midir?

     Böyle yapmak, daha dürüstçe bir davranış şekli değil midir?

     Fakat Kürdistan’ı dört parçaya bölen sınırları tartışmaya dahi açmayan, aileler arasına örülen, akrabayı akrabadan ayıran dikenliteller hakkında tek kelime konuşmayan ve sadece ideolojik kavgalar yürüten, sadece “rejim değişikliği” mücadelesi veren İslamcılar’dan ve Sosyalistler’den “dürüstlük” mü beklenir, Allâh aşkına? “Dürüstlük”, onlardan beklenecek en son şey...

     Son sözlerimi söylüyorum; ve bu son sözlerimin, bizzat konferansın sonuç metnine dahil olmasını, hem de kelimesi kelimesine dahil olmasını talep ederek söylüyorum:

     Kürtler’in mücadelesi, Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam’daki rejimleri değiştirme mücadelesi olmamalıdır. Kürtler’in mücadelesi, Diyarbekir, Mehâbâd, Hewlêr ve Qamîşlo’nun hürriyet ve istiklâl mücadelesi olmalıdır.

     ► YUSUF ZİYA DÖGER

     (Eğitimci – Felsefe Öğretmeni)

     Kürtler kendi toplumsal değişimini gerçekleştirirken düşünsel ve inançsal duruşlarını referansa alarak benzer düşünsel ve inançsal duruşa sahip olmayanları öteki ilan etmekten kaçınmalıdırlar. Dar kalıplı kurumsal yapılardan kaçınarak ne toplumunu nede kendilerini bu dar alana hapsetmemelidirler.

     Birbirlerini anlamayı ve çözümlemeyi öncellikli hedef olarak ele alıp ötekileştirmeden mutlak suretle kaçınmaları gerekir. Ki ötekileştirmenin işin basitine kaçmaktan başka anlam taşımayacağı da herkesin malumudur. Bu tür bir anlayış ve bakış farklı sosyal yapıların ayrışmasına, çatışmasına yol açarken oluşturulmak istenilen bütünleşmeyi de sıkıntıya sokar.

     O halde Kürtlerin oluşturdukları gruplar, partiler ve STK'lar gibi toplumsal yapılar kurumsal organizasyonlarıyla kendi milletinin geleceğine ait önceliklerini belirlemelidirler ve işe bu önceliklerden başlamalıdırlar. 

     Fakat hiç kimse kendi kurumsal organizasyonlarının diğerlerinin organizasyonlarından daha değerli ve mutlak olduğu düşüncesi taşımamalıdır. Bunu yapmaktan düşünsel olarak bile vazgeçmelidirler. 

     Eğer bunu dikkate almazlarsa sonuçta doğal olarak öteki üzerinde otorite kurma güdüsü devreye girecektir ki bu milletlerinin gelecekleri açısından yeni sıkıntıların ortaya çıkmasına yol açar.  

     Tıpkı ötekini görmeden aynı mekânda yaşamının imkânsız olduğunu 90 yıllık Cumhuriyet sürecinde müşahede etmiş olmalarına rağmen, aynı gövdeden filizlenmiş farklı dallar olarak birbirlerini görememelerinin ve birbirlerinin bilincine varamamalarının yaratacağı kaotik ortamın ne kendi hayırlarına ne de milletinin hayrına olmayacağını bilmeleri gerektiği gibi. 

     Kürtlere ait kurumsal yapılar arasında meydana gelebilecek herhangi bir sıkıntının da çözümü yine onlara ait kadim geleneğin adalet ölçülerine uyan aracılarla çözülmesi gerekir. Buna uyulmadığında bilmeleri gerekir ki tüm Kürtlerin yüreğini sızlatmış olacaklardır. 

     Toplumda bir görüş, düşünce, inanç veya toplumsal kesim susturulduğu zaman, bilinmeli ki hem bugünkü hem de gelecekteki kuşaklara zarar verilmiş olur. Ki John Stuart Mill'in dediği gibi “Ne devletin ne de halkın çoğunluğunun, başka birisine zarar vermeyen bir bireyin özgürlüğüne müdahale hakkı yoktur. 

     Bugün varoluş mücadelesi vermekte olan Kürtler, mutlaka birbirlerini görmek zorundadırlar. Birbirlerine suhulet tavrıyla yaklaşmanın sonuç doğurmayacağı yüzde yüz bilseler bile bunu yapmaktan bir adım geri duramamak Kürtlere ait tüm organizasyonlar ve kurumlar için gerekli ve zorunludur. Tıpkı "devletsiz bir halkın rejim kavgası yapması kadar naif bir eylemden söz edilememesi" gibi.

     O halde yapılması gereken toplumun ortak vicdanına hitap eden ve adaletten şaşmayan üst kurumsal akılların oluşturulması gerekir. Bu kurumsal üst akıl aracılığıyla öncelikle statüsel varoluşu sağlayacak ve bunu dünyada görünür kılacak mücadele sürdürülmelidir.

     Kürtlerin bu Kurumlar yerelde bütünleşmeyi sağlayacak veriler ortaya koyarak İçinde yaşadıkları devlete karşı toplumlarının ve kendilerinin ellerini böylece güçlendirmelidirler.

     Ki Kürtler daha ne kadar kendilerine ait olmayan kurumlar için kendilerinden olanların yüreklerini yakacaklar. Kendilerini de diri tutma adına diğerlerine ve topluma daha ne kadar acı çektirecekler. Bunu unutmamak her Kürt için mutlak şarttır.  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar