- 27.05.2014 00:00
(Millî Gazete yazarı gazeteci Mustafa Kılıç’ın yeni kitabı “Çözüm Süreci”, geçtiğimiz günlerde çıktı.Parafiks Yayınevi arasında çıkan kitap, AK Parti Hükûmeti’nin PKK ve BDP ile müzakere ederek başlattığı ve halen devam eden “Çözüm Süreci”ni ele alıyor.
Kitap, yazarı Mustafa Kılıç’ın Kürdistan’daki ve Nevruz kutlamalarındaki gözlemlerinden oluşuyor. Ayrıca sevgili Kılıç, “Kürt sorunu” üzerine fikir üreten kimi aydınlarla röportajlar da yaparak bu söyleşileri kitabın sonuna ekledi. Bunlar; Ahmet Ay, Ahmet Zeki Gayberî, Mehmet Altan, Melik Duvaklı, Mevlüt Mergen, Mümtaz’er Türköne, Oral Çalışlar, Süleyman Özışık, Ümit Fırat, Yahya Kamçı ve bir de bu fâkir kardeşiniz.
Kitabın hayırlı olmasını ve hayırlara vesile olmasını dileyerek, tanıtımına katkıda bulunması amacıyla, benimle yapılan ve kitapta yer alan söyleşiyi ilginize sunuyorum.)
* * *
- 2013 Nevruzu ile başlayan barış süreci 2014’te Öcalan’ın yeni mektubuyla özelinde Kürt halkında genelinde ise Türkiye’de nasıl bir hava oluşturdu?
Tabiî olumlu bir hava oluştu. Bu olumlu havanın oluşmasında Hükûmet’in ve Hükûmet yanlısı medyanın yaptığı propagandanın da çok etkisi oldu. Hükûmet de aynı doğrultuda bir hava oluşturmasaydı, mektup tek başına bir anlam ifade etmezdi.
Nitekim Abdullah Öcalan ve lideri olduğu Kürdistan İşçi Partisi, benzer minvalde söylemleri daha önce de defaatle seslendirdiler. Fakat Türkiye’de işbaşında olan mevcut Hükûmet ile paralel bir çizgide bunları seslendirince ve Hükûmet de kamuoyunu bu söyleme odaklayınca, etki gücü daha fazla oluyor haliyle.
- 2013’ün ilk günlerinden beri Türkiye’nin ana gündemi, Öcalan ile MİT arasında yürütülen görüşmeler… Sizce Türkiye bu kez barışa ne kadar yakın?
“Barış” kavramından ne anladığınıza bağlı. Herkes “barış olsun” istiyor ama herkes “barış” derken aynı şeyi kastetmiyor.
Bu soruyu cevaplayabilmek, hatta böyle bir soruyu sorabilmek için, önce “barış” kelimesinin ne anlama geldiği hususunda anlaşmamız lazım. Daha kelimenin anlamı bile taraflara göre farklı farklı iken, ona yakın mıyız uzak mıyız, ne kadar sağlıklı konuşabiliriz?
“Barış” nedir? Terörün bitmesi ve “devletimiz güçlüdür”ün bir kez daha kanıtlanması mı, yoksa Kürtler’in tüm haklarına kavuşması, Kürtler ile Türkler arasında ve Kürtçe ile Türkçe arasında tam eşitliğin sağlanması, adaletin tesis edilmesi mi?
Terörün (çift taraflı kullanıyorum bu kelimeyi) bitmesi, insanlarımızın ölmemesi, görece de olsa bir huzur ve emniyet ortamının sağlanmış olması, bunlar elbette çok önemli. İnsan hayatından daha değerli ne olabilir? Bununla birlikte, bunlar sağlandıktan sonra ne yapılacak? Ondan sonra ne olacak? Asıl önemli olan bu.
Eğer “sorun”u çözmeye ve adaletin tesis edilmesine yönelikse çabanız, benim anladığım mânâda “barış” o zaman gerçekleşir. Eşitsizlik ve adaletsizlik devam ettiği müddetçe, sadece muhatabınızı değiştirmek zorunda kalırsınız.
- “Barış” denilince Kürt halkının yüzleri gülmeye başlıyor. Halkla konuşurken bunlara bizzat şahit olduk. Silahların susması Türkiye’yi nasıl bir konuma getirdi?
Bundan daha doğal ne olabilir? İnsanlar ölmüyor. Bu dediklerinize ben de şâhid oldum. Ancak bunu “kalıcı” hale getirmek gerekmez mi? Eşitlik ve adaletin tesisi noktasında Hükûmet hiçbir adım atmazsa veya atacaksa da ağırdan alarak ve her adımı nazlana nazlana, kibirlene kibirlene atacaksa, bugünkü huzur ortamının yeniden bozulmayacağını kim garanti edebilir?
- Sizce Öcalan barış için örgüt adına müzakere mi ediyor yoksa devletin isteklerini örgüte kabul ettirmeye mi çalışıyor?
Güzel bir soru. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kürt kamuoyunun da bu noktada kafası bayağı karıştı ve bu soruya iki farklı yanıt veriyorlar. “Örgüt adına müzakere ediyor” diye inanan da var, “devletin isteklerini örgüte kabul ettirmeye çalışıyor” diye düşünen de.
- AKP hükümetinin MİT aracılığıyla Öcalan ile görüşmesi, İran, Irak ve Suriye gibi ülkeler açısından ne anlam taşıyor?
Onları da birebir ilgilendiriyor. Sonuçta sorun bir “Kürt sorunu” değil, bir “Kürdistan sorunu”. En çok Suriye’yi ilgilendiriyor, zirâ başlatılan sürecin Suriye iç savaşı ve Rojava’daki yeni dönem ile direk ilgisi vardır.
- 2013 ile başlayan İmralı ile görüşmelerin heyecanı daha sindirilmeden, aynı yılda Paris’te 3 PKK’lı kadının öldürüldüğü haberi geldi. Üstelik kadınlardan biri PKK’nin kurucu kadrosunda yer alan Sakine Cansız’dı. Siz bu cinayetleri nasıl yorumluyorsunuz? Barış sürecine etkisi nasıl oldu?
Cinayetleri kimin işlediği ve niçin işlediği çok tartışıldı, tartışılıyor. Asıl ilginç ve önemli olan, cinayetlerin süreci sekteye uğratması bir yana, bilâkis daha bir güçlendirmesi, tarafları daha çok pekiştirmesi.
- Türkiye’deki barış sürecinin önemli bir tarafı da Irak Kürdistan Federe Devleti… Suriye’de de Kürtler giderek güçleniyor, hatta bazı yerlerde özerk bölgeler oluşturdu. Ortadoğu’da Kürtler’in söz sahibi olacağı günlere doğru mu gidiyoruz?
Farkında mısınız bilmem ama, dört parçaya bölünmüş olan Kürdistan coğrafyasının en büyük parçası olan Türkiye Kürdistanı’nda (Kuzey Kürdistan; Bakur), bırakın “Kürdistan” ismini, resmîyette daha odur “Kürt” ismi bile tanınmazken, anayasada “Kürt” kimliği dahi tanınmamışken ve devlet bunu tanımaya da yanaşmazken, coğrafyanın diğer üç parçasının da şu anda RESMÎ İSMİ “Kürdistan”.
Öyle halk arasındaki isimleri değil, bizzat resmî isimleri “Kürdistan”. Her üç parçanın da.
Suriye Kürdistanı’nın (Batı Kürdistan; Rojava) resmî adı “Kürdistan Özerk Yönetimi”.
Irak Kürdistanı’nın (Güney Kürdistan; Başur) resmî adı “Kürdistan Federe Devleti”.
İran Kürdistanı’nın (Doğu Kürdistan; Rojhılat) resmî adı “Kürdistan Vilayeti” (Ostanê Kurdistan).
Bu, şu demek:
Bırakın “Kürdistan” ismini, daha odur “Kürt” isminin bile resmîyette yasak olduğu Kuzey Kürdistan’dan çıkıp, Kürdistan’ın diğer herhangi bir parçasına giden bir Kürd’ün, sınırdan geçer geçmez karşısına şu tabela çıkar: “Kürdistan’a Hoşgeldiniz”.
Türkiye’de adına “Barış Süreci” denen “cicim ayları”, işte tam da böyle bir ortamda yaşanıyor.
“Üç tarafı Kürdistan’la çevrili Barış Süreci”dir, Türkiye’de yaşanan. Ve Türkiye’de yaşanan bu sürecin öznesi ne Diyarbekir’dir, ne de Hewlêr. Özne, Qamîşlo’dur, Serê Kanî’dir. Rojava’dır.
2013’te başlatılan “Barış Süreci”, öyle değil; öncelikli olarak “dış dinamiklerden” kaynaklanan, Ortadoğu’nun içinden geçtiği retorik, Suriye’de yaşanan hadiseler ve düne kadar kimlikleri bile olmayan Suriye Kürtleri’nin “kendi kimliklerine” kavuşma yolunda attıkları adımlardan dolayı hayata aktarıl(mak zorunda kal)an, Hükûmet’in mecbur kaldığı için başlattığı bir süreçtir. Fakat bu durum, sürecin hayırlı olduğu ve Kürtler’in lehine olduğu gerçeğini değiştirmez. Hükûmet (veya Devlet), hangi maksatla bu adımı atmış olursa olsun, süreç en başta Kürtler için hayırlıdır ve bundan kazançlı çıkacak olan da Kürt halkıdır.
Sünnetullâh işliyor. Elbet herkesin bir planı vardır ama sonuçta Cenâb-ı Allâh neyi takdir etmişse o oluyor. Ortadoğu yeniden şekilleniyor ve bu yeni haritada yükselen yıldız, Kürdistan.
“21. asır Kürtler’in asrı olacaktır” diyenler yalnızca bir temenniyi dile getirmiyorlar, aynı zamanda yaşanan (ve yaşanacak) hakikate işaret eden bir tespitte bulunuyorlar.
Devlet ile barış görüşmelerini Öcalan dışında örgütte yürütebilecek başka bir isim sizce var mı?
Var elbette ki ama örgütte hiçbir isim, Öcalan’ın sahip olduğu karizmaya sahip değil. Dolayısıyla barış görüşmelerini Öcalan gibi “eli güçlü” şekilde yürütmesi mümkün değildir.
- Barışın tamamen sağlanması için bir genel af konuşuluyor. Bu genel af barışı nasıl etkiler? Genel affın Kürtler için olumlu karşılanması kaçınılmaz, fakat Türkler’i nasıl etkiler? Ya da toplumsal mutabakat sağlanmadan yapılması toplumu nasıl etkiler?
Genel af “barış süreci”ni en çok olumlu yönde etkileyecek olay olur diye düşünüyorum. Türk tarafının bir kesiminde ilk etapta belli bir tepkiye neden olur ancak zamanla onlar da içselleştirirler.
Bu noktada Hükûmet’in iradesi çok önemli. Hükûmet eğer bu tepkisel Türk kesimini iknada başarılı olursa, sözünü ettiğim içselleştirme çok daha kısa bir zaman sürer.
- Öcalan barışın teminatı mı?
Barışın da, hak ve adaletin de, özgürlük ve eşitliğin de teminatı ne Öcalan’dır ne Erdoğan’dır ne de başka bir liderdir. Bunların teminatı ancak Türk ve Kürt halklarıdır. Halkların ortaya koyacağı irade ve istemdir.
- Türkiye bir dönem aşiret diyerek küçümsediği Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’yi protokolde Kürdistan bayrağıyla karşılamasını nasıl okumalıyız? Bu konudaki değerlendirmeniz nelerdir?
Çok doğru bulmuştum. Kasım 2013’teki Erdoğan – Barzanî Diyarbekir buluşması, oldukça önemsediğim bir gündü.
Irak Kürdistan Federe Devleti Başkanı Mesud Barzanî, Diyarbekir’i ziyaret etti ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından yoluna kırmızı halılar serilerek karşılandı....
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Kürt lider, Türkiye Kürdistanı’nın bir şehrinde “Kürdistan Yönetimi Lideri” sıfatıyla konuştu...
37 yıldır sürgünde, diasporada yaşayan ve ülkesine gelemeyen Kürt halk sanatçısı, “yaşayan efsane” Şıvan Perwer, Diyarbekr’e geldi ve halka konser verdi....
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Türkiye Başbakanı, Kürdistan’a “Kürdistan” dedi...
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Türkiye Başbakanı’nın önünde Kürdistan bayrakları dalgalandırıldı ve Başbakan, Kürdistan bayraklı kalabalığa hitaben konuştu, onları selamladı, kucakladı...
Ama hepsinden daha önemlisi, şuydu:
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Hükûmet, “Kürdistan” ismine “bölücü” değil, “birleştirici” unsur gözüyle baktı.
Ancak hem söylem hem de davranış olarak sürekli zikzaklar çizen, attığı her yeni adımda bir önceki adımını inkâr eden, bunu bir alışkanlık haline getirmiş olan AK Parti iktidarı, “Diyarbekir buluşması”nda geliştirdiği söylemin ve ortaya koyduğu davranışın da devamını getirmedi.
Yorum Yap