- 19.01.2020 00:00
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2015’ten beri yılda bir kez, ‘en geri kaldıkları alanın eğitim olduğunu’ ve bu nedenle ‘üzüldüğünü‘, ‘hayıflandığını‘, ‘iç geçirdiğini’ söylüyor.
2015’te ‘eğitimde hedeflediği noktaya gelemediklerinden’ bahsetmişti…
2017’de ‘eğitimde hayal ettiği düzeylere ulaşamadıklarından’ söz etti.
2018’de ‘eğitim konusunda bir şeyleri eksik bıraktıklarından’ yakındı.
2019’un eylülünde ‘eğitimde hedeflerinin gerisinde kaldıklarından’ dert yandı.
Erdoğan, eğitim alanındaki bir başarısızlıktan yıllardır dertli. Oysa 17 yılı aşkın bir süredir iktidarda. Yıllardır devlet gücüne tek başına hükmeden, kimseye hesap vermeyen, devletin parasını dilediği gibi harcayan bir muktedirin, bırakın eğitimi, herhangi bir konudaki kifayetsizliğini 17 yılın sonunda mazur görmek mümkün değil.
Demek ki olmayınca olmuyor.
Tamam da, olmayan ne?
Eğitimde, ancak ‘felaket‘, ‘facia‘ ve ‘çöküş‘ gibi fevkalade sert sözcüklerle tarif edilebilecek bir durum yaşanıyor Türkiye’de…
Erdoğan da eğitimdeki bir duruma bakıp, kendi ifadesiyle ‘yeteri kadar mesafe kat edememiş olmaktan dolayı iç geçiriyor’.
Ben de soruyorum, acaba aynı durumdan mı bahsediyoruz?
Eğitimde yaşanan yıkım, Erdoğan iktidarının bu alanda yeteri kadar mesafe kat etmemiş olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa, bugüne kadar kat ettiği mesafenin yönünden mi?
Erdoğan iktidarı, eğitimi tercih ettiği doğrultuda dönüştürürken yeterli mesafeyi kat etmiş olsaydı, nasıl bir sonuç çıkardı ortaya?
Vahamet artar mıydı, azalır mıydı?
Erdoğan’ın eğitimle ilgili dertlenme halinden, bu sahada doğru yönde ilerlediği kanaatinde olduğunu anlıyoruz. Erdoğan’a göre istikamette sorun yok, lakin alınan mesafe yetersiz.
Bunu bir de Türkiye’nin insanlarına sormak gerekiyor:
Erdoğan iktidarının eğitimde tuttuğu yoldan ve aldığı mesafeden memnun musunuz?
Bu çerçevedeki sorular ve cevaplar, Sosyal Demokrasi Vakfı’nın (SODEV) 6 Ocak’ta duyurduğu eğitim araştırması raporunda yer aldı. Tam adı ‘Türkiye’de Eğitim: İmam Hatipleşme, Beklentiler ve Memnuniyet‘ olan rapor kapsamında yapılan kamuoyu araştırmasına göre, katılımcıların yüzde 72,8’i ’20 yıl öncesine göre üniversite mezunlarının çok daha az kazandığı’ görüşünde.
17-21 Ekim 2019 tarihlerinde, bilgisayar destekli telefon görüşmesi (CATI) yöntemiyle yapılan araştırmanın ortaya koyduğu başka bir ilginç sonuç da ebeveynlerin yüzde 58,1’inin yüksek geliri, yüksek eğitime tercih etmesi.
SODEV raporunda bu veri, ‘gelirin eğitimle ilişkisinin kopması, eğitimin gelecek güvencesi olarak görülmesinde aşınma’ olarak değerlendirilmiş.
Sözün özü, izlenen politikaların sonucunda AKP Türkiye’sinde eğitimli olmanın itibarı tedrici biçimde azalıyor.
SODEV’in araştırmasında, Türkiye’de eğitim görmüş bir gencin dünyanın herhangi bir yerinde iş bulabileceğini düşünmeyen ebeveynlerin oranı da yüzde 80,9 olarak tespit edilmiş.
Türkiye’de öğrencilerin dünya standartlarında eğitim almadıkları görüşünde olanların oranı daha yüksek: Yüzde 86,4.
Ayrıca velilerden Türkiye’deki eğitimin kalitesini puanlamaları istenmiş. ‘Tamamen kalitesiz‘in karşılığının ‘1‘, ‘çok kaliteli‘nin ise ‘10‘ olduğu bu puanlamanın sonucunda velilerin yüzde 51’inin eğitime 1 ila 4 arasında puan verdikleri, velhasıl eğitimi kalitesiz buldukları görülmüş. Eğitimi kaliteli bulanların oranı ise (7-10 puan aralığı) yüzde 19,3 gibi düşük bir oranda kalmış.
Bütün bu sonuçların ortaya koyduğu gerçek şu:
Türkiye’de eğitim sistemine güvensizlik duyanların oranı yüksek, memnuniyetsizlik çok fazla.
Erdoğan ve AKP’sinin iktidarından önce Türkiye’de eğitim, çoğunluğun gözünde sınıf atlamak için başlıca araç olarak görülürken artık öyle değil. Erdoğan döneminde ‘maarif‘in yaşadığı büyük nitelik ve verimlilik kaybı nedeniyle eğitim, dikey yönlü sınıfsal geçişkenliğe hizmet eder olmaktan giderek çıkıyor.
Raporda aktarılan TÜİK verileri bu gerçeğe ışık tutuyor: Buna göre Türkiye’nin gelir diliminin en üstteki yüzde 20’si içinde yer alan grup, ülkedeki toplam eğitim harcamasının yüzde 63,7’sini, en az kazanan yüzde 20’lik kesim ise bu harcamanın sadece yüzde 2’sini gerçekleştiriyor.
Eğitimdeki bu muazzam fırsat eşitsizliği sınıfsal geçişkenliği önleyici bir faktördür.
Ve gözden kaçmasın; en üstteki yüzde 20’lik kesimin eğitime en yüksek oranda parayı harcıyor olmasının ana nedeni, çocuklarını kalitesiz ve verimsiz sisteme teslim etmemek için direnmeleri. Maarifteki beterine razı olunmadığından, vasat kalitede bir eğitim için bile özel okullara çuval dolusu para ödeniyor.
Şimdi bu verilerin ışığında sorunun cevabını bir kez daha düşünmek lazım: Recep Tayyip Erdoğan eğitim alanında hedeflediği noktaya gelseydi, hayal ettiği düzeylere ulaşsaydı, sonuçlarını alıntıladığım araştırmadan yansıyan memnuniyetsizlik ve güvensizlik daha mı büyük olacaktı?
Şöyle de sorulabilir: Ebeveyn ve velilerin ciddi rahatsızlığı, eğitimde yaşanan büyük verim ve nitelik kaybından kaynaklanıyor… Bu büyük kayıp Erdoğan’ın ‘eğitimde eksik bıraktığı bir şeyler‘den mi ileri geliyor, yoksa bugüne kadar yaptıklarından mı?
Soruların cevabı, Erdoğan’ın eğitimdeki istikametinin ne olduğuyla ilgili.
Dolayısıyla, istikameti tespit edelim: Siyasal İslamcı iktidar, ideolojisini ve dünya görüşünü genç nesillere aktararak kendisini yeniden üretmek ve sosyo-politik açıdan kalıcılaştırmak amacıyla eğitimi dinselleştirmek istiyor.
İktidar bu yöndeki çabalarını 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra alabildiğine artırdı.
Bahse konu istikamet budur.
İktidar eğitimi dinselleştiriyor, amacı da bu zaten; ama yol kat ettiği nispette eğitimde nitelik ve verim kaybı artıyor. Erdoğan’ın trajedisi de işte bu.
Kanıt mı?
İmam-hatipler.
Bu okullar, dinselleştirme ve niteliksizleşme eğilimlerinin karşılıklı olumsuz etkileşim içine girerek eğitimi çökertmelerinin en somut örneği.
İmam-hatipler Türkiye’nin en verimsiz ve en başarısız okulları.
SODEV raporunda paylaşılan, ‘Eğitim Reformu Girişimi’nin 2018 yılı Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerinde yaptığı analize göre, imam-hatip liselerinde öğrenci başına düşen ödenek 12 bin 707 TL. Genel orta öğretim okullarında ise öğrenciye bunun ancak yarısı (6 bin 153 TL) ayrılıyor.
Bütçeden öğrenci başına ortalamanın iki katı para harcayan imam-hatipler, üniversite öğrenci yerleştirme sıralamasında Türkiye sonuncusu. 2018 Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçlarına göre imam-hatiplilerin herhangi bir üniversiteyi kazanma oranı sadece yüzde 14,9. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, 2019’da sınava giren 243 bin 380 imam-hatipli arasından 35 bin 256’sı dört yıllık bir yüksek öğretim kurumuna girmeye hak kazanmış, 207 bin 124 öğrenci ise açıkta kalmış.
Bu karanlık başarısızlık tablosuna rağmen iktidar imam-hatiplerin sayısını artırmayı sürdürüyor. AKP’nin iktidara geldiği yıl olan 2002’de imam-hatip lisesi sayısı 450 imiş, bu sayı 2016’ya gelindiğinde 2,5 kat artarak 1149’u bulmuş. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra iktidar imam-hatipleştirmeye abanmış adeta; lise sayısı 1149’dan 1623’e fırlamış. Üç yılda artış oranı yüzde 41. Buna karşılık imam-hatip liselerinin öğrenci sayısı enteresan biçimde düşüyor. 2016’da 555 bin olan sayı, normal liselerin, anne ve babaların iradesi hilafına, zorlamayla imam-hatip liselerine dönüştürülmesinin sonucunda bir yıl sonra 634 bine çıkmış. 2018’de ise öğrenci sayısı sert bir düşüşle 514 bine gerilemiş ve nihayet 2019’da 498 bine inmiş.
Özetle, 2016’dan bu yana imam-hatip lisesi sayısı olağandışı biçimde artırılırken öğrenci sayısı ters yönde hareket ederek 2016’daki seviyesinin de altına düşmüş.
Düşer tabii…
Çünkü imam-hatip liseleri Türkiye’nin en verimsiz, en niteliksiz ve dolaysıyla en başarısız okulları.
İmam-hatip başarısızlığını dayatmak zulümdür ve veliler, öğrenciler bu zulümden kaçmaktadırlar.
Erdoğan, eğitimde inatla izlediği yol nedeniyle hedeflerinin gerisinde kalmaya kendi kendisini mahkum etmiştir. Çünkü ‘dindar ve kindar nesil’ yaratma hedefiyle, 21. yüzyılın meydan okumalarına hazırlıklı, iyi eğitim almış, maharetli nesiller yetiştirme amacını birbiriyle bağdaştırmak imkansızdır.
Toplumun ezici çoğunluğunun talebi çocuklarına nitelikli eğitim verilmesi ve Erdoğan iktidarda daha ne kadar kalırsa kalsın bunu değiştiremeyecek.
Yorum Yap