- 27.01.2015 00:00
Yolsuzlukları soruşturanların yargılanacağı ilk davanın iddianamesi tamamlanmış. Sabah, bu haberi “darbe planıyla ilgili ilk dava” başlığıyla duyuruyor.
Tek başına bu iddianame, yolsuzluk yapanları bekleyen gelecek hakkında zaptedilemeyen gerçekleri haber veriyor. Soruşturmada görev alan polis şefleri iddianamede “haber alınan suçun işlenmesini önlemek” öncelikli görevleri olduğu halde, suçun işlenmeye başlandığı aşamada müdahalede bulunmayarak suçun oluşmasına fırsat vermekle suçlanıyorlar. Dikkat edin, “suçun oluşmasını beklemek suçu” suçları. Soracağınız en basit soru şu: Peki o zaman suç ne ve suçlular nerede?
Hukuku göstermelik bir şekilde işletirken bile uymanız gereken kurallar var. Savcı, hırsızların peşine düşen polisleri “neden hırsızlığı önlemediniz?” diye suçluyor. Bir hırsızlık olduğu demek ki kesin, nerede hırsızlar?
Celal Kara’nın Cumhuriyet Gazetesi’nde Can Dündar’a verdiği röportaj, bir yıldır onca medya desteği, algı operasyonları ve devletin çivisini çıkartırcasına yapılan soruşturma ve tayinlerin etkisini bir kalemde sildi attı. Bu mızrak, memleketin her tarafı çuval olsa yine de sığmaz. Ortalığa saçılan delillere, üstü kapalı veya açık kabul edilen beyanlara dayanarak, bu soruşturma hakkında en fazla bilgi sahibi olan uzman sıfatıyla Celal Kara önümüze net bir tablo koyuyor. Her şey milimi milimine yerli yerine oturuyor. Başka türlü açıklamasını yapamayacağınız karanlıkta kalmış olaylar sebep-sonuç ilişkileri ile birbirine bağlanıyor. Amerikan ambargosundan başlayıp bir bakanın kolundaki saate kadar uzanan zincirin halkaları gözünüzün önünde resmigeçit yapıyor. Sonra da savcı hükmünü veriyor: “Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok.”
İşlenen suçlara dayanarak tek bir kişi için bu soruşturmanın savcısı 50 ile 500 yıl arasında ceza öngörüyor. “Bakanlar Yüce Divan’a gitseydi, Bilal peşlerinden giderdi.” diyerek önümüze bambaşka bir resim daha koyuyor. Bir politikacı, bir parti lideri, bir başbakan, bir cumhurbaşkanı değil söz konusu kişi, her şeyden önce bir baba. 17 Aralık savcısı, bir babayı kendisinin de dahli olan bir suçtan dolayı cezaevine girecek oğlunun telaşına düşen bir babayı “bir numara” diye bize takdim ediyor. İşte bu pencere, bize son bir yıldır politikada dönen dolapları, devletin zirvesindeki kaosu, peş peşe girişilen algı operasyonlarını, hukuksuzluğu açıklamıyor mu?
İran’a uygulanan ambargoyu delmek, devletin üst düzeyinde çok kârlı bir iş haline gelmiş. Devletin itibarı, bankaların uyması gereken kurallar, ülkenin vergi geliri gözden çıkartılmış, İran’ın ambargoyu delmek için dağıttığı yüzde 10’luk komisyonun üzerine devleti yönetenler üşüşmüş. Para çok büyük bir para, elde etmesi çok kolay. “Peynir büyük, mesafe kısa, fare ne yapsın?” diyebilirsiniz. Anlaşılan bu kolay paranın kokusunu alan epeyce adam yoldan çıkmış. Celal Kara bu büyük fotoğrafı çekecek bilgi ve belgelerin tamamının dosyada mevcut olduğunu öne sürüyor. Bu kadar büyük bir yolsuzluğun, üstelik belgeleriyle kanıtlanmış bir yolsuzluğun üstünün örtülmesi, suçluların ceza almadan hayatlarını sürdürmesi mümkün mü?
Elbette değil. Mümkün olamayacağını, tersinden okuduğunuz zaman “darbe” davaları bile tek başına ispatlıyor. Celal Kara’nın söyledikleri doğru olmasa, bugünün savcısı, hırsızların peşine düşen polisleri “suçun oluşmasını beklemek”le suçlayabilir mi? Üstelik tek başına bu dava bile yolsuzluk delillerinin muhafaza gerekçesi olmak için yeterli.
Yolsuzlukla suçlananların yalnızlığını ve çaresizliğini fark ediyor musunuz? Kimler kaldı çevrelerinde? Onbinlerce kişi için cezaevi tasarlayarak, darbeci rolüne soyunan meczuplar mı? Her iktidar ve güç sahibine tabasbusta bulunmaya hazır kiralık kalemler mi? Güce yakın durup gündemde kalmaya çalışan sanatçı tayfası mı? Hiç merak etmeyin, yolsuzluk yapanlar yargılanmaya başladığı zaman, ilk onlar “biz dememiş miydik?” diye öne fırlayacaklar?
Yolsuzluklar mutlaka yargılanacak, yolsuzluk yapanlar da mutlaka cezalarını çekecek. Bakmayın şimdiki afralarına tafralarına.
Yorum Yap