- 10.04.2015 00:00
Erdoğan'ın İran ziyareti, Ortadoğu semalarında yıldızı solan bir ülke ile yeni parlamaya başlayan ülkenin temsilcilerini yan yana getirdi.
İran'ın yıldızı yükseliyor, Türkiye'ninki sönüyor. 15 yıl sonra sahip olacağı nükleer silahın patent hakkını, dünyanın jandarması ABD'den kapmış olan bir nükleer İran ile muhatabız artık. Bölgesinde rakipsiz bir güce dönüşen ve Osmanlı coğrafyasını yeniden tanzim etmeye soyunan Türkiye'nin yıldızı, en parlak evresini Arap Baharı'nda yaşadı ve şimdi yerini Suriye'de direnen, Yemen'de ve Irak'ta ilerleyen nükleer İran'a bıraktı. Irak'ta Kürt bölgesi bile tırmanan Talabani-Barzani çatışması yüzünden İran'ın kontrolüne giriyor. ABD, İran'ın yükselen gücünü ve bölge dengeleri üzerindeki ağırlığını desteklemeyi tercih ediyor. Suud'un Mısır ve Türkiye'yi yanına alarak Yemen üzerinden denge oluşturma çabası Türkiye'nin çıkarlarına uymuyor.
Son on yılda Türkiye'nin AK Parti iktidarı ile üstlendiği proaktif rol artık mazide kalmış vaziyette. Proaktif olmak, geleneksel-düzenli devlet formundan çıkıp daha elastikî ve operasyonel politikalar yürütmek anlamına geliyor. Bu politika, sağlam bir gelecek öngörüsüne dayanır ve epeyce risk üstlenir. Önümüzde duran bölgesel enkaz, bütün öngörülerin yanlış çıktığını risklerin ağır bir faturaya dönüştüğünü gösteriyor. Artık ne İslam dünyasının lider ülkesi Türkiye, ne de onun etrafında oluşan dengeler kaldı. "Değerli yalnızlık" gelip sınırlarımıza dayandı. Türkiye bu başarısız tecrübeden sonra, geleneksel devlet reflekslerine geri dönmek zorunda. Geleneksel devlet refleksleri ise en az beş yüz yıllık politikaları yeniden devreye sokmak anlamına geliyor. Bir tür kendi kabuğunuza çekilme ve kazanacağınız bir şey olmadığı için kaybedeceklerinize odaklanma durumu bu. Geri çekilme ve bir savunma pozisyonu.
Soru oldukça kritik. 12 yıldır iktidarda olan güç, güvenli bir geri çekilmeyi gerçekleştirecek, enkaz alanını temizleyip altında, yıkıntılar arasında kalan geleneksel devlet politikalarını yeniden ayağa kaldıracak esnekliği ve beceriyi gösterebilir mi? Erdoğan'ın ısrarla Rusya'ya yakınlaşmakta ısrar etmesi ve İran'dan sönmüş bir balon gibi morali bozuk dönmesi bu ihtimalin zayıf olduğunu gösteriyor. Davutoğlu pür realist bir tavırla Erdoğan'a rağmen bu esnekliği gösterebilir ve durumu toparlayabilir mi? Seçime kadar geçecek sürede bu perspektif farkı sandıktan çıkacak sonucu belirleyecek. Şayet AB reformlarına geri dönüşü kuvvetle işitebilirsek, Davutoğlu'nun perspektifinin yükseldiğini anlayacağız. Yoksa CHP ve MHP, hiç mesaj vermeseler bile, bu geleneksel dengelere geri dönüşün doğal temsilcileri olarak sandığa girecek ve karşılık bulacaklar.
Ekonomideki tablo retorikle yürütülecek bölge politikalarına göre çok daha vahim. Kara bulutlar tepemizde.
Erdoğan Saray'daki son Muhtarlar Meclisi'nde inşaat sektörünü yine savundu. Bu sefer sanayi sektörü ile denge kurulmasını belirterek bir miktar da geri çekildi. Ekonominin ihtiyacı denge değil, bir önceliğin tesis edilmesi sorunu. 12 yıl boyunca AK Parti, kendisini geri besleyecek ekonomi elitlerini devlet rantını seferber ederek müteahhitlik sektörü içinden çıkarttı. Erdoğan inşaat sektörüne sahip çıkarken, kendi iktidarını savunmuş oluyor. Savunduğu şey artık sürdürülemez durumda. Ya bu ağır yük altında ekonomi uzun süre kendini toparlayamayacak çapta boydan boya çökecek; ya da en az zararla gelmekte olan krizi atlatacak. CHP'nin Kemal Derviş'in müsellem otoritesini, MHP'nin de Durmuş Yılmaz'ın tanıdık simasını devreye sokması, özel sektörü rahatlatacak garantiler anlamına geliyor. Türkiye bugünlere Kemal Derviş'in belirlediği istikamette yürüyerek geldi. İnşaat sektörünün taşınamaz hale gelen yükü ile alternatifler arasındaki ayırım çok keskin.
Her şey birbirini etkiliyor. Barış süreci, ekonomi ve bölgesel politikalar hepsi bir arada bir yol ağzında bulunuyor. Partiler kişisel hevesleri tatmin etmek için değil ülkenin gerçek sorunlarını çözmek için kendi aralarında rekabet ediyor. Parlak hayaller geride kaldı, şimdi bu üç sorun alanının seçimi yapılacak.
Yorum Yap