- 22.06.2012 00:00
Her konunun birbirlerinden kopuk ve o oranda da birbirleriyle çelişen o kadar çok bilgi bombardımanı var ki ortalıkta, aralarında olup olmadığından bir hayli kuşku duyduğum akılcı bağı kurmakta zorlanıyorum, çoğu zaman.
Düşünsenize, bir süre önce Almanlardan iki buçuk milyar avroya alınacak altı adet denizaltı gemisi konuşuluyordu, meselâ. İlâve bir yakıt ikmâline gereksinim duymadan Amerika’ya gidip dönebilme yetenekleri övülüp duruluyordu, anımsadığım kadarıyla. Eğer bu ve benzeri maharetler yüzünden Napoli’de ya da bir başka müttefik limanda artık durmayabilecekleri uğruna o alımları yapıyorlarsa; sakın şaşmayın, sakın gülmeyin, ben bilirim malımı çünkü beklenir bunlardan. Hâttâ sorun bakalım bir kendinize; artık denizaltı savaşları olur mu hiç yeryüzünde bu saatten sonra, diye?
Yine, ama bu defa iki buçuk milyar dolara 115 adet helikopter alımı sözkonusuydu, bir keresinde de.
Şimdi de dört milyar dolarlık uzun menzilli Hava Savunma Sistemi ihalesi sözkonusuymuş, medyanın yazıp çizdiklerine bakılırsa.
Ne ki, eğer füzeleri Amerika’dan satın alırsak, Rusya ve Çin bunu kendilerine karşı bir tavır olarak görüp surat ekşiteceklermiş; tersi olursa da, müttefiklerimiz. Bildiğiniz sakal, bıyık ve tükürük hikâyesi yâni.
Niçin yapılır bütün bunlar, anlamam; Rusya ya da Çin’den alacağın füzeleri kime atacaksın? Yahut Amerika’dan ne diye füze alasın ki, tek başına? Koskoca Batı’nın NATO müttefiki değil misin sen?
21. yüzyılın, geçmiş dönemlere nispetle daha fazla bir şekilde “siyasal ve ekonomik içerikli uluslararası bloklar ve güçler çağı” olacağı yoğalıp belirginleşirken, Türkiye’nin“yalnızlaşma”yı sözde bağımsızlık zannettiği bir marifetmiş gibi algılamasının sonuçlarıdır, bana kalırsa, bu tutumlar.
Herkesler, savunma hizmetlerinde askerî ittifaklar yoluyla maliyet paylaşımlarına giderlerken; kurdukları o ortaklaşa savunma paktları sayesinde gereksinmeleri olan savunma harcamalarındaki özkaynak giderlerini azaltırlarken; hâttâ müttefik pazarlarında ellerindeki askerî kapasitelerini artık sanki ihracat ürünü bir enstrüman imiş gibi kullanabilmenin yahut kiralamanın/ kiraya vermenin olanaklarını tartışırlarken; anakronik değerlendirmeler batağının baş delisi bizler ise, birazcık palazlanmaya görelim, “Sevr sendromu”nun doksan küsur senelik iflâh olmaz dürtüsüyle, har vurup harman savurmaktayız bütçeyi, ki hepimize bir güzel afiyet şeker olsun!
Kaldı ki, otuz senedir özenle emzirip büyüttüğümüz iç savaşımıza harcanan en az yarım trilyon dolar parayı “barut”a yatırmasaydık; bir düşünsenize, kimbilir nerelerde olurduk şimdi, bu da başlı başına bir konu, takdir edersiniz.
Ne askerî ve yargısal bürokratik vesayette, ne diğer demokratik gelişmelerde, ne de Kürt Meselesi’nde bir arpa boyu yol alabildik, üstelik.
Onca laga-lugadan sonra, Genelkurmay Başkanı’nın YAŞ toplantı masasındaki sandalyesi yan tarafa alınabildi bir tek, benim bildiğim. Bir de galiba, MGK’da karışık oturmaya başladılar, sivillerle orgeneraller.
AKP’nin on senelik siyasal mücadelesiyle gelinen bu nokta, bırak komik bulup da gülmeyi, boğazımızdaki düğümü gidermek için yutkunmaya bile yeterli değildir, bana sorarsanız.
Ayrıca siz, “Kürt sorunu... Kürt sorunu...” diye lâkırdısı edilerek sözümona helâk olunan bu kavramın, şöyle dört başı mamur bir şekilde içeriğine girildiğine; “gelin bu sorunu çözelim”denirken ne demek istendiğine, nelerin kastedilmiş olabileceğine şahit oldunuz mu hiç?
Ben olmadım. Ben şimdiye kadar hiçbir Allah kulundan, bu sorunun nasıl çözülebileceğini açık açık anlattığını duymadım.
Artık bundan sonraki hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını derininde duyumsayan herkesin, el sürmekten kaçındığı bu ateşten küreyi bir başka neslin kucaklamasına bırakarak; âdetâ tüm tarafların zımni bir mutabakatla çirkin bir dengede tuttukları çözümsüzlüğün sürdürülmesi hâli imiş gibi geliyor bu gidiş, çünkü bana.
Ancak tek önemli sorun, bir kerede ölen asker sayısı miktarı olup, sekizi dokuzu aştı mı, işte bu biraz sıkıntı yaratmaktadır. Aslında toplum buna da alışmış, gerek siyasetçilerin ve generallerin derhâl olay yerine koşturarak üşüştürmeleriyle olsun, gerekse medya dilindeki terennüm teranelerle olsun, geliştirilmiş bulunan uygun söylem ve ritüeller sayesinde, o atmosferi birkaç gün içinde dağıtılabilme yeteneğinin kesbedildiği de bir gerçektir.
Eğer bu ölümler hakikaten yürekleri dağlıyor olsaydı, meselâ PKK’nın ne zaman üstüne gitse netice aldığını artık eblehlerin dahi kavradığı “Dağlıca Karakolu”nun yerleşim binaları, muharip unsurların“temas hattı”ndaki savunma mevzilerinden ziyade, Milli Eğitim’in ilköğretim okul binalarına benziyor olmazdı, inatla hâlâ.
Çünkü bütün bu işler; yâni Kürt meselesi başta olmak üzere, savunma harcamaları vs. gibi daha nicelerinin çözümlenebileceği temel platform “parlamento” olmak gerekirken, bu şimdi bizimkisi onun oyuncaktan olanıdır. Bu oyuncağın “kurşun asker”den vekilleri, parti liderlerinin emirberleridirler.
Daha ilk satırı bozuk bir kitabın, diğer sayfaları kusur kalsın, ikinci satırına geçmek bile bizi yanlışa götürecekse; başka ne demem gerekir size, bilmem ki?
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap