- 27.07.2012 00:00
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye halkı, CHP’den yılmış ve bıkmış olarak DP’ye yönelmiş; denize düşenin yılana sarılmasındaki gibi, daima hâkim sınıfların kazanacağı despotik bir rejimden hegemonik bir rejimin kucağına düşmüştür.
Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren devlet, sivil/asker bürokratik seçkinler ile aydınlardan oluşan ve sermaye birikimini solidarist bir tutumla, yâni “imtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz”yalanıyla gerçekleştiren; bunun için de, kendisine tâbi kıldığı kitleleri şoven retoriklerle aldatıp esasında hâkim sınıfların çıkarına olarak sömüren zorba bir partinin stratejisi ile yönetiliyordu.
Nöbeti hezimete uğratarak devralan DP ise, iktidarını büyük toprak sahiplerinden küçük köylülere, Anadolu ticaret burjuvazisinden imalât sanayicilerine ve kırsal/kentsel küçük burjuvaziden işçi sınıfına kadar yayılan bir kitleye yaslayarak; bu bloku “yeter, söz milletindir!” sloganıyla simgeleşen politik bir atakla kendi sancağı etrafında toplamayı başaracaktır.
Hegemonik projesinin esasını, “tarım merkezli ekonomik kalkınma modeliyle yaratılacak artı değeri, popülist bir yeniden dağıtımla üleştirme”nin yanı sıra, CHP’nin zorla uygulamaya kalktığı tepeden inmeci ve Batıcı bir modernleşmenin tersine, dinin ve geleneksel değerlerin sırtlanıp götüreceği bir asrileşme ile, din temelli muhafazakârlığın politik olarak da kullanılabildiği bir konsept oluşturmakta idi. İlâve olarak, buna, sivil/asker aydın bürokrasisinin tesis ettiği halkın tepesinde alıcı kuş gibi duran “vesayet rejimi”ni tasfiye ederek liberal bir demokrasi getireceği vaadini de eklemek gerekir.
Şimdi ben DP’nin öyküsüdür diye böyle kaptırmış gidiyorum; ama siz, bu vakte kadar söylediklerimi de bundan sonra söyleyeceklerimi de, biraz güncellemek suretiyle DP yerine AKP diye de okursanız, değişen pek bir şeyin olmadığını, hattâ çoğu şeylerin örtüştüğünü dahi göreceksiniz.
DP’nin seçkinlere ve devletçiliğe karşı imiş gibi görünen söylemleri aman sizi yanıltmasın, sakın! Ne rekabetçi bir pazar ekonomisinin, ne de CHP’den devraldığı bozuk düzenin hâkim sınıflarına karşı geniş kitlelerin, ekonomik ve siyasal özgürlüklerinin savunucusu olmuştur. Meselenin özü bakımından, CHP’nin tek parti iktidarıyla DP arasında bu anlamıyla bir fark yoktur.
DP’nin devlet eleştirisi, devletin bizatihi sistemine değil, o zamana kadar onu işleten CHP’nin bürokratik elitlerine yönelik idi.
Orduyla ilişkisinde de, yüksek komuta heyetini kendi kontrolünde tutar da onlarla iyi geçinirse, çantada keklik bir alışveriş yapmış olacağını umuyordu. Biliyorsunuz oralara daha sonra kar yağacaktır.
Ama ne olursa olsun, “çıraklık dönemi” diyebileceğimiz 1954’e kadar her bir şey iyi gitmiştir.
“İkinci Dünya ve Kore savaşları nedeniyle tarım ürünlerine yüksek fiyatların verildiği Dünya Ekonomisi’ndeki konjonktürlerin uygunluğu, hazine arazilerinin dağıtılması ile sağlanan ekili alanlardaki artış, Marshall Yardımı, tarımdaki makineleşme, karayollarındaki iyileşmeler vb. gibi faktörlerle gerçekleşen bir büyüme döneminde, başta büyük toprak sahipleri olmak üzere küçük çiftçiler, imalât sanayicileri, ticaret burjuvazisi, kentlerde işçiler, memurlar ve küçük burjuvalar, yâni hemen herkes görece bir iyileşme dönemi yaşamışlardır.”
Ne ki, 1954 yılına gelindiğinde bu büyüme stratejisi nihayet kendi sınırlarına dayanmış, bu politikaların devamını getirebilmenin imkânları da artık kalmamış olacaktır.
Sonrasındaki 27 Mayıs’la başlayan elli yıllık içler acısı bir darbeler sürecinin, hepimizin malûmu olan çilelerini sanırım saymaya gerek yoktur.
Çünkü burası, bugüne kadar demokratik bir altyapı sistemi kurmadığı için, siyaset lâğımındaki tıkanıklıklarını her vakit ancak bir lavabo pompası işlevi gören askerî darbelerle giderebilen bir tabiatta olmuştur.
Hiçbir şeyi değiştirmeyip, “şu devleti biraz da ben kullanayım” mantığına, ilkin mağdurluk dümeniyle başlanıp; mağdur ve mazlumluktan mağrur ve zalimliğe geçilmiş, hep aynı terennüm terane sürdürülüp durmuştur.
Oysa bu yurdun, başta Kürt sorunu olmak üzere o kadar çok ve büyük problemleri var ki, hepsi, olduğu gibi öylece bekletilmektedir.
Cumhuriyet’ten bu güne uzanan kapitalistik gelişme sürecinde, tek partiyi, DP’yi, darbeleri ve AKP’yi içeren istisnasız tüm iktidar süreçlerinde, yalnızca rant ve faiz erbabı olan hâkim sınıf mensupları akıllara durgunluk verecek zenginlikler elde etmişlerdir.
Meselâ, Türkiye zenginlerinin 158 milyar dolar nakit parası dünyanın vergi cennetlerine uçup gitmişse ve üstelik bu da o buzdağının sadece görünen kısmıysa, “nerede şu komünizm, gidip yazılalım”diyecek çok adam çıkacaktır.
Evet, doğru; AKP’nin, DP dönemindeki gibi enflasyonist politikalarla yoksullaşan kitleleri yoktur. Ama aynı kapıya çıkan gelir dağılımı adaletsizliği vardır. Yoksul düşmek, ha o zamanki enflasyon yüzündenmiş; ha şimdiki gibi payına, yalamak için avuç içinin isabet etmesi yüzündenmiş; fukara için ne fark eder?
Bu kadar çok benzeşiyorlarsa, şeytan mı dürtüyor nedir, ister misiniz sonları da aynı olsun?
Ağzından yel alsın demekle olmaz. Boşuna söylemiyorum, ömrüm darbelerle geçmiş benim. Tedbir almakla olur, tedbir almakla!
(*) DP için kaynak: İsmet Akça, 27 Mayıs 1960 Üzerinden Bir Okuma Denemesi, (Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti), Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Yorum Yap