Namık ÇINAR
Namık ÇINAR Gazete: Taraf GAZETESİ

Halkı yoksulken zenginleşen devlet zorbadır

  • 25.01.2013 00:00

 Siyaset arenasında kendisiyle yarışan içerideki görüşler o kadar çok naftalin kokulu, o kadar çok gerici ve güven vermez boyuttalar ki, onların arasındayken Erdoğan ister istemez göz kamaştırıyor.

Oysa evrensel ölçekte bir mukayeseye kalkışacak olsak, onun görüşleri de hiç yabana atılmayacak oranda sorunlar barındırıyor.

Güncel olması bakımından örneğin Obama’nın, başkanlığının ikinci dönemi için yemin ederken törende yaptığı, hem kendi halkını hem de dünya halklarını kucaklayan konuşmasındaki mesajının kaynağı, ne ırk ne din olup, atalarından yadigâr “hukukun üstünlüğü ile insan temel hak ve özgürlükleri”ydi.


“Gücümüzün temelinde hukukun üstünlüğü ve insan hakları var. İlerlemeye bu kavramlara sarılarak devam edeceğiz. Bu ilkelerden asla vazgeçmeyeceğiz. İnsanlar saygın bir gelecek istiyorlarsa, biz bunun bütün dünyada önderliğini yapacağız.”

Bunlara inanırsınız, inanmazsınız. O başka bir konu. Ama deklare edilen budur. Hesap soracak dahi olsanız, bunun üstünden soracaksınız.


Obama
’nın küresel önderliği sürdürmek istediği ilkeler böyleyken, Erdoğan’ın bölgesel etkinlik tesis etmek için başvurduğu birleştirici vasfın “dinsel değerler” olması, hiç de iç açıcı görünmüyor.


“Suriyeli kardeşlerimiz... Mısır’daki kardeşlerimiz... Tunuslu kardeşlerimiz... Sudanlı kardeşlerimiz... Filistinli kardeşlerimiz...”

Dinsel söylemin milliyetçiliğe nispetle daha kucaklayıcı olması, gönle su serpmeye yetmiyor. Sayısal olarak daha fazla insanı kapsıyor ama ayrımcı niteliği pek öyle değişmiyor. O yüzden sorunlu ve uygarca değil.

Nitekim Gürcüler, Ermeniler, Yahudiler, Yunanlar, Bulgarlar, Hırvatlar, Sırplar “kardeşlerimiz”den olamıyorlarsa, niçin olamadıkları bizim problemli alanımıza işaret ediyor. O da hiç kuşkusuz, İslâmlığı esas alarak hayata o pencereden bakan dinci anlayışımız yüzündendir.

Oysa farklı toplumları din paydalı bir potada eritmeye kalkışmak, insanlık tarihinin derinliklerindeki sayısız acılarla mücehhez siyasal tasarruflardan olup, din ve vicdan özgürlüklerini savunmaktan çok başka bir kulvardır.

İnsanların en temel haklarından olan “din ve vicdan özgürlüğü” ile yetinmeyip, onları ayrıca o çatı altında siyasal olarak da örgütlemeyi düşlemek, ırk temelli birliktelik idealinin din bazındaki versiyonu olup, sonu hüsranla bitecek anlamsız bir macera sayılmalıdır.

Erdoğan elbette ki henüz oralarda değildir. Lâkin giriş kapısı işte bu gidilen yol üzerindedir.

Çünkü onda, cazibesine kapılacağı böyle bir kültürün yanı sıra, oralara doğru evrilmeye teşne birtakım emareler de yok değildir.

Meselâ Erdoğan, zenginleşmeyi insanların değil de, giderek devletin zenginleşmesi olarak görme eğilimindedir. Baklayı ağzından biraz biraz çıkardığı son zamanlardaki konuşmalarında, tüketilmeyip atılan ekmek ziyankârlıklarını bahane ederek hızla gerçekleşen bir varsıllaşmayı arsızlaşma nedeni saymak suretiyle insan için yavaşlanmasını, ama devlet için dur durak bilmeyerek âdetâ Osmanlı hinterlandındaki topraklarda İslâmi bir yeniden doğuş kaynağının yaratılmasını hedefler gibidir.

O yüzden, gerek sermaye temerküzünün bir avuç kompradorla buluşması, gerekse devletin İslâmi amaçlar uğruna zenginleşmesi için ekonomide bu çerçeve kadarlık liberal iken, sosyopolitik ilişkiler bakımından tıpkı Rusya, İran ya da Çin gibi devletçi ve doğulu bir kolektivist olup çıkmaktadır.

Bu aynı zamanda, Cumhuriyet’in ilk doksan yılındaki “ancien regime” ile, bir yerde yeniden buluşmayı ve barışmayı sağlayacak olan geçittir.

Bizse buralara; daha düne kadar telâffuzundan pek bir keyif aldığımız “garson devlet”ten, nasıl da kolayca güç timsâli devlete tekrar savruluverdik!

Oysa devleti yönetenleri değiştirebilme yetkisini kullanan halkın, bunu dört senede bir gibi çok kısa aralıklı seçimlerle sıkça yapıyor olması dahi, devlet denen bu güç odağının sadece kendisinin amaç hâline gelmesine yarayan o uzun erimli stratejilerinin değil, artık günlük insan hayatlarının öne geçerek önem kazandığını göstermiyor mu?

Ne ki, Erdoğan’daki bu gidiş eskiye özenmekten öteye bir şey değildir.

Halk adamlığından devlet adamlığına geçişin bir tenzil-i rütbe olacağını nedense öngöremiyor.

Zenginlik tabii ki artıyor.

Fakat özellikle toprağa dönük bir avuç rant zengininden ve kasaları tıka basa dolu olan devletten fırsat bulamayan kitleler, ağızlarının tadını ancak sadaka ekonomisi yolu ile, reçel kavanozlarını dıştan yalayarak bulabiliyorlar.


cinarnamik@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Dönüşüm
    Dönüşüm
    26.01.2013 20:18

    Sen hala Urfa aynı hamam aynı tas yaz gitsin.. Işık hızı geçildi biraz ( oldukça ) geç kaldın. Zaman geriye döndü. bizde yaşlanmaktan kurtulduk .

Resmi İlanlar