Namık ÇINAR
Namık ÇINAR

Gazete: Taraf GAZETESİ

Helâl olsun Öcalan’a, büyük adammış

  • 25.03.2013 00:00

 İyi ki asmamışız, yoksa ne yapardık? O olmasa imiş, yanmıştık demek ki. Kürt meselesinin çözümünü, son on dört yılını tecritte geçirmiş bir adamın hâlâ iki dudağı arasından ummak, “yetmiş altı milyonluk Türkiye’nin Türk’üyle Kürt’üyle nasıl bir çaresizliğidir acaba”, diye sorsam şimdi, kimileri barıştan rahatsız olduğumu ileri sürerek anlayamayacağım bir tutumla üstüme yürüyeceklerdir. İyisi mi, sormayayım bari.


Bakarsınız ben yanılıyorumdur gerçekten. Buranın sosyopolitiği, toplumbilimsel veriler ışığında değil de, yalnızca aşiret barışı yöntemleriyle yürüyebiliyordur belki de.

Tarihsel süreçlerde biçimlenmiş henüz kimsenin tatmadığı yeni değerlerin ve reformist içeriklerin yerini, birkaç adamın ağzının içine bakmak alıyordur; belli mi olur?

Hele bir de, Ayşen Gruda’nın başkanlık edeceği âkil adamlardan kurulu bir heyetin davullar zurnalar eşliğinde halaya durması da sağlanırsa, mizansenin “oldu da bitti, maşallah” zılgıtlarıyla tamamına erdirilmesine ben bile kani olacağım neredeyse.

Ne ki, bütün bu çileli süreç iki satırlık bir mektuba bakıyordu ise, ne diye yazdırmadıydınız on şu kadar senedir öyleyse?

 

Niyetim hafife almak değil ama...

Söylenene bakılırsa, üstelik ortada herhangi bir taahhüt dahi yokken; iblislerin emriyle otuz senedir birbirlerine boğazlatarak kırk elli bin gencin canını almış olan bu toplum, bir gün birdenbire çark eder de melekleşebilir mi aniden?

Bu kadar kolay görünmesi korkutmuyor mu sizi de, her şey hâllolmuşçasına ve her yer sanki düğün bayrammış gibi.

Bunu sorgulamaya yeltenen bir adam, eğer bir de “ancien regime”in unsurlarından değilse, hak ediyor mu savaş yanlısı olarak görülmeyi? Yoksa, osuruktan tayyare saydığı ilişkilere kuşkuyla baktığı için, gerçek barışa gözü gibi titremek isteyen birisi mi var karşınızda?

Gülmek için ağız birliği etmek, yeter mi ki, ağıtları çevirmeye nükteye?

Hep beraber zıplamak nasıl yetmezse sarsmaya yeri, hep beraber güler gibi yapmak da boğmaz ortalığı sevince. Bunun için elinizde iler tutar projeler olması gerekmez mi?

Tabii ki ben de istiyorum o barışı. En az sizinki kadar hem de.

Manyak mıyım da istemeyeyim?

Ama benim anlayışım farklı sizlerden. N’apayım şimdi, çoğunuz gibi numara mı?

Teolojik bir yaklaşım değil midir, “ol” denince “olunmak”? Maddi hayat ise başka türlü emekler istemez mi, bir şeyi “oldurmaya”?

“Silahlı mücadele devri bitmiş, siyasal mücadele süreci başlamıştır”, diyor Öcalan. Tamam, çok güzel!

Pekiyi, yasalar mı değişti, özgürlükler mi geldi? Ya da böyle olacağına dair somut işaretler mi var?

Yoksa, “herkes sesini kıssın, benim öngöreceğim kadarlık hayatlarla yetineceksiniz” demeye meyyâl şark usulü bir otoriterlik mi sözkonusu?

Ya teperse geriye?

Hiç mi olasılığı yok bunun?

Ya yeşeren bunca umut, sağlam bir demokratikleşme projesine dayanmıyorsa, ne yaparız o zaman?

Korkutmuyor mu bu sizi?

Eğer öyle olursa diye kaygılanarak, sormayacak soruşturmayacak denetlemeyecek miyiz biz bu hükümeti?

Çoğu şey tıkırında görünse bile, Erdoğan’a biadın bu denli yoğun olduğu o koşullar, başlı başına bir problem kaynağı gibi gelmiyor mu size de?

 

Sorunların sınıfsallığını görememek...

Nereden çıkarıyorsunuz Erdoğan’ın tüm politikalarının doğru yolda seyrettiğini?

Yüz altmış bin kişiyi çalıştırarak seksen milyar dolar ciro yapan otuz kadar kalantor işadamını uçağına doldurup da ülke ülke dolaştırarak onlara birer partner arayacağı ekonomik bir model miydi tüm özleminiz?

Çocuk sayısını da üçten beşe yükseltmesine bakılırsa, Çin ve Hint’ten sonraki karın tokluğuna çalışan en ucuz emek deposu ülke yapmayı kafasına koyması mıdır acaba size çekici gelen?

Siz olmadık kavgaların iğdiş keyfini sürdürürken, bir fincan kahve dahi içecek olsanız, “marka manyağı” modunda bir şartlanmışlıkla, binlerce dükkânı olan bir markanın kapısında alıyorsunuz soluğu.

Bir gömlek yahut bir ceket bile artık mahir ellerin çeşitliliği arasından seçilemiyor.

Ülkenin dağı taşı AVM’lerle dolup taşmasına rağmen, bütün dükkânlar yüz kişinin tekelinde toplanıyor.

Köftecilikte dahi, seksen dükkânınız yoksa, ayakta kalamayıp tasfiye ediliyorsunuz.

Hepimiz, eğer şanslıysak işçileşip, ya da daha fazlası işsizleşip, giderek yoksullaşıyoruz.

İşte Türkiye, gerçek hayatın çağdaş demokratik hak ve özgürlük mücadelelerine ayıracağı bilinç ve enerjisini, dünyanın periferik toplumlarında oldum bittim varolan ırk din ve mezhep gibi kadim değerler uğruna tüketmekte, yaşamsal sorunlarının nedenselliğini bu anakronik mecralarda aramaktadır.

Yeter, asıl bu aymazlık bitsin artık!

 

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Düzce Yerel Haber (www.duzceyerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar