- 6.03.2015 00:00
Erdoğan rejiminin intikamcı adalet düzeni, fokurtusu gün geçtikçe artan gideri tıkalı bir pis su tesisatı gibi, gerisin geriye hızla taşmaya çalışıyor.
Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak yerine, darbeci zihniyetin bütününe bile değil, sadece 28 Şubat’ta ve iktidar olduğu 2000’li yıllarda kendi klânı ve kendi partisine pek fena muamele eden general takımına, tam bir rövanş duygusuyla kinini boşaltmıştı.
Ne ki, yerinde uslu durmayan hayat, kendilerine yönelen şok ölçüde hırsızlık ve yolsuzluk iddiaları ile, diğerlerinin hiç ummadıkları hapisliklerini, şimdilerde aynı kareye sığdıran bir karikatür gibi “kumpas kardeşliği”ne çevirmiştir.
Bu yüzdendir ki, Cumhuriyet tarihinin Godot’yu bekleyen “reform düşü”, yuva kuracak yerleri tarumar edilmiş göçmen kuşlar gibi umarsız, yön değiştiriyor.
Herkesler,
gene eskisi gibi geleneksel kamplarında;
gene yoksulların sırtına tünemiş her cenahtan seçkinin kadim kavgalarının durmuş oturmuş dengesinde;
gene şarka özgü sömürgenlerin konforunu gözeten bir çizgide;
gene yenisi çekilmeyen bir filmin ıstırap veren devamlı matinesinde;
hem o dramın içinde oynuyorlar,
hem de aynı şeyi tam bir umarsızlıkla seyrediyorlar.
Çünkü devletin tarihsel arınma fırsatının gelincikler gibi patır patır açtığı bir ortamda, üç tane hâkimin kucağına terk etmekle yetinilmiş askerî vesayet ilişkileri ve darbe süreçleri, adliye koridorlarının çirkef kavgalarından öteye gidemedi.
Hiç kimse, asıl amacın hızla ve inatla reformlar yapmak olduğu bu müesses nizamın özünü, kurumlarını, yasal dayanaklarını anlamaya çalışmadı.
Dostlar alışverişte görsün diyerek, kafaya taktıkları, daha doğrusu birbirlerinden sıkça duydukları yegâne tekerleme olan “İç Hizmet Kanunu md.35”i değiştirmekle ve bir de, MGK’da karışık oturmakla yetindiler.
Darbeleri, âdetâ “hissikablelvuku” ile algılayacaklarını sandılar.
Bilirsiniz, hâlâ nasıl sorulur?
“Askerî vesayet bitti mi?” ya da “gene darbe olur mu?”
Oysa militarizmin tüm kurumları “yedi uyurlar” modunda iken, bu aymazlıklar ancak papatya falı kapsamında işlem gören akıldaneliklerdir.
Ülkenin siyasal sistemi, var görünen yarım yamalak demokrasiden bile geriye düşmeye başlamışsa;
askerî ve yargısal vesayet, şekil ve kamp değiştirerek mevcut kurum ve kültürünü muhafazayı becermişse;
hattâ haksız yargılama usulleri yüzünden masumların gözüne tekrardan girmek için ilâve yaranma yalakalıkları da dâhil, yeni bir restorasyona geçilmişse;
artık fala değil gerçek aklın verisine bakılacaktır ki, hadi hepinize geçmiş olsun!
Lâkin, gene de kimse tedirgin olmasın sakın!
Çünkü öyle şanslıyız ki, bizi bizden daha çok düşünen biri var aramızda –ne münasebet– başımızda!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, vesayet rejiminin tılsımını kavramış biri olarak, devlet organlarının elindeki tüm yetkileri uhdesinde toplayıp bundan sonra hepimizi artık kendisi koruyup kollasın istiyor.
Tanrım, ne kadar ulvî bir düşünce!
Bu yüzden, önce polis teşkilâtını ve yargı bürokrasisini darmadağın etti; okullarına kadar kaldırdı.
“Yeni Türkiye”nin dindar nesline İmam- Hatip Okulları’nın yeteceğini biliyor.
Şimdilik ordunun etrafından dolaştı ama Jandarma’yı bünyesine katmayı unutmadı.
Çünkü kendi tasarımı olan Polis/ Asker İç Ordu’nun askerî kanadını oluşturacak.
Hatırlayalım!
Ne olmak istiyor?
Demokrasiye değil de örflerimize dayanan “Türk tipi Başkan” olmak istiyor.
Eğer örflerimize dayanan Türk tipi Başkan olursa, hâliyle bizi “Örfi İdare” ile de yönetmesi gerekecek.
İşte o da bu yüzden Meclis’ten “İç Güvenlik Yasa tasarısı”nın bir an önce geçmesini istiyor.
O takdirde askerlerin “sıkıyönetim”ine gerek kalmayacak, kendisininki her şeye yetecek.
Böylece, ne kadar vesayet türü varsa, tek tek ellerinden alacak.
Her şey iyice düşünülmüş, tasarlanmış.
Her şey birbiriyle uyumlu ve tutarlı.
Gördünüz mü; bizim için yapamayacağı şey yok; bizi çok seviyor.
Gelgelelim bu memlekette başkaları da var!
Sorunlara başka türlü bakıyorlar.
Meselâ biri var ki, madalyonun öteki yüzünü değil de, güneşe tuttu mu içerisini gösteriyor.
Kim ne derse desin; işte o biri var ya, o biri!
Bu düzene baş kaldırdığı için,
değişmesini istediği için,
dinsel faşizme savaşı açtığı için,
dürüst ve korkusuz olduğu için,
kafasında tilkilikler değil gönlünde yücelikler taşıdığı için,
tam da bu rezil dönemin onurudur, o Ahmet Altan!
Şimdi kalkmış ona saldırıyorlar.
Çünkü onu anlamıyorlar.
Anlasalar, elde kazma kürek, bu çirkin gidişatın lâğımlarında istihkâm mı olurlar?
Yorum Yap