Tanıl Bora: Yerlinin yerlisi hatıra oldu

Tanıl Bora, yerli oyuncu teriminin yörenin çocuğu anlamına geldiği yıllardan bugünlere, yabancı oyuncu kuralı tartışmalarını değerlendirdi.

Tanıl Bora: Yerlinin yerlisi hatıra oldu
26.01.2015 - 10:35
2066

 Trabzonspor’un 1976’da İstanbul hakimiyetini yıkan ilk şampiyon kadrosunda sadece iki yabancı yer almıştı. Trabzon doğumlu olmayan sadece iki kişi, demek istiyorum: Ahmet Ceylan İstanbul, Necmi Perekli Gümüşhane doğumluydu (ama o da Trabzon İdmanocağı’nda yetişmişti). Trabzonspor’un 1977’de 1-0 yenmeyi başardığı, o sezonun İngiltere ve Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu Liverpool’un kadrosunda da sadece dört yabancı bulunuyordu. Galler uyruklu Jones, Toshack, İrlandalı Heighway, İskoç Cormack’i kastediyorum.

Futbol o vakitler hâlâ epeyce “mahallî” bir olaydı. Kulüpler, şehirlerinin veya bölgelerinin millî takımları gibiydiler. Kozmopolit metropoller hariç, kadronun ana gövdesi yörenin çocuklarından devşirilirdi. Ankara takımları bile, Trabzon’da sevilen tabirle “yerlinin yerlisi” oyunculara dayanırdı.


Top yuvarlaktır; dünya da…

Globalleşen dünyada, globalleşen futbol âleminde, bunlar artık hatıra oldu. Bugün İzlanda’nın Hafnarfjordur takımında bile Malili futbolcu var. 1980’lerde futbolcu ithalinde hızla alçalan setler, 1995’teki ünlü Bosman kararıyla Avrupa’da neredeyse tamamen yıkıldı. AB üyesi ülke vatandaşları, Avrupa çapında “yabancı” olmaktan çıktılar bu kararla.

Zamanla AB statüsünün hudutları da genişledi. 2005’te, İspanya 2. Ligi'nde Tenerife’de oynamış olan Igor Simutenkow’un Avrupa Adalet Divanı’ndan çıkarttığı karar örneğin, Rusya’yla AB arasında imzalanmış çalışma hayatıyla ilgili sözleşmelerin futbolcular için de geçerli olduğunu onaylamıştı. Böylece Rus futbolcular da “yabancılıktan” çıktılar. Nihat Kahveci 2008’de aynı kararı Türkiye uyruklular içinçıkarttı.

AB dışından gelen futbolcularla ilgili kısıtlamalar, ülkelere göre farklılaşıyordu. İngiltere, sadece kaliteye bakıyordu: Ülkesinin son iki yıldaki milli maçlarının yüzde 70’inde oynamış oyuncunun gelmesi serbestti. Belçika’da örneğin, 2005’te Beveren kulübü kadrosunda tam 11 Fildişi Sahilli oyuncu barındırıyordu. Kısıtlamaların daha fazla olduğu ülkelerde güçlü kulüpler, o yıllarda, ithalat serbestisi için federasyonlarına bastırıp duruyorlardı. Örneğin Almanya’da, 2006/07 sezonundan itibaren UEFA dışı oyuncu ithalinde her türlü kısıt kaldırıldı. Telafi önlemi olarak, yerliye yatırım koşulu getirildi: Kadroda en az 12 Alman uyruklu oyuncu ve bir Alman kulübünde yetişmiş en az dört oyuncu bulunacaktı. Altyapı çıkışlı oyuncu kotası bir yıl sonra altıya, iki yıl sonra (2008/09) sekize çıkacaktı. Bunlardan önce en az ikisi, son aşamada dördü, kulübün kendi altyapısında pişirilmiş olacaktı.

2010’a gelindiğinde, beş büyük Avrupa liginde yabancı oranı İngiltere’de yüzde 60’a dayanmıştı. İtalya’da ve Almanya’da yüzde 45-50, İspanya’da yüzde 35, Fransa’da yüzde 25-30 aralığındaydı bu oran. 2010 başında, İngiltere Premier Ligi'nde Portsmouth-Arsenal maçında bir rekor kırıldı. İlk 11'lerde 15 ayrı devletin uyrukları vardı, bunların yedisi Fransız’dı - fakat Kraliçe aşkına tek bir İngiliz yoktu! İki İngiliz, sonradan oyuna sokuldular.

'Soyumuz tükeniyor!'

2009 yazında Lizbon’da yapılan bir protesto gösterisi, futboldaki “aşırı” globalleşmeye tepkinin en ciddi ifadesiydi. Portekiz Futbolcular Sendikası, yabancı futbolcu sayısındaki artışı ve başka ülke vatandaşlarının milli takıma devşirilmesini protesto için kitlesel bir yürüyüş düzenlemişti. Sloganları dramatikti: “Soyumuz tükeniyor!” 1. Lig'de yabancı oyuncu oranının yüzde 55’e yükseldiği ülkede sendika, yetenekli gençlerin takımlarında dakika alamamasından, dahası birçok profesyonel futbolcunun iş bulamaz hale gelmesinden yakınıyordu. 1989 ve 1991’de 20 yaş altı dünya şampiyonu (2011’de yine  aynı yaş grubunda dünya ikincisi) olan bir futbol yurdu için bunun zillet olduğunu, o kapasiteyi de ziyan ettiklerini söylüyorlardı.

Son yıllarda bu hoşnutsuzluk Avrupa çapında yaygınlaştı - özellikle milli takımları hayal kırıklığı yaşayan ülkelerde. Geçtiğimiz Eylül’de İtalya’da Cesare Prandelli, Marcelo Lippi, Arrigo Sacchi, ligdeki yabancı fazlasının milli takıma zarar verdiğinden yakındılar. Lippi açıkça kotayı telaffuz etti. “Genç yeteneklerimize kendilerini geliştirme olanağı sunamıyoruz” diyen Buffon hazretleri de destekledi kota fikrini.

“Sınır tanımayan futbolcular” cenneti İngiltere’nin de harekete geçmiş olması, önemli bir gösterge. İngiltere Futbol Federasyonu geçtiğimiz Mayıs’ta, AB dışı ülke oyuncularını kısıtlamayı öngören bir raporu tartışma gündemine aldı. 2020/21 sezonunda, AB-dışı oyuncu sayısını takım başına ikiyle sınırlamayı planlıyorlar. Yanısıra, yerli üretim teşvike ağırlık vermeyi öngörüyorlar. Planlamaya göre 2020/21’de her kulübün kadrosunda İngiltere altyapıları mahsulü en az 13 oyuncu bulunması şart koşulacak. Almanya ilhamıyla hareket ettikleri anlaşılıyor.

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) da, bir yandan yabancı alımını serbest bırakıp bir yandan altyapı üretimini teşvik etmeye yönelirken, Almanya’nın 2006’da başlattığı uygulamaya benzer bir adım atmayı deniyor.


Yerli kuvveti

Türkiye’ye mahsus olmayan bu arayışlarda temel saik, tekrarlarsak, milli takım başarısıyla ilgili endişeler gibi görünüyor. Portekiz örneğinin gösterdiği gibi, bir “milli ekonomi” saiki de devreye girebiliyor; ayrıca göçmen işçilere yönelik her alandaki tepkiler futbolda da kendini gösterebiliyor. Bana kalırsa “yerli eksiği”, futbol folkloru açısından da bir meseledir. Özellikle (her boydan) taşrada, küçük-orta sıklet kentlerde, birkaç hemşeri-futbolcunun kadroda bulunması, takım ruhuna ve taraftara iyi gelir. 8-10 yaşından beri o kulübün formasını giyen, altyapı mahsulü birkaç “çocuğun” varlığı, başlı başına bir enerji kaynağıdır. Birçok büyük kulüp, sadece kota icabı değil, bu kuvvet kaynağını ve folklorik değerini de gözeterek, kadrosunda numunelik de olsa “yerlinin yerlisi” bulundurmayı önemsiyor. Liverpool’un Gerrard’ı gibi, Roma’nın Totti’si gibi, Borussia Dortmund’un Kevin Großkreutz’u gibi mesela. Barcelona’yı zaten biliyorsunuz: Kendi pişirdiğini servis ediyor ve kadrosunda mutlaka Katalan oyuncular yer alıyor.

Tabii “yerlinin yerlisi”nin delisi, Athletic Bilbao’dur. Kulüp aslında 1898’de kozmopolit bir ruhla yola koyulmuştu, kurucuları Basklılar ve İngilizlerdi. Ancak 1912’den beri, Basklı olmayan oyuncu oynatmamayı teamül edindi. Bask ulusal kimliğinin temsilcisi misyonu edinmesine bağlı olarak, bu teamüle daha sıkı sarıldı kulüp. Diğer şanlı Bask kulübü Real Sociedad 80’lerin sonunda yabancıya açıldıktan sonra da, onlar devam etti… Globalleşme sürecine, kendi çaplarında esnemelerle uyum sağladılar: Bask ülkesi tanımını, Fransız Bask’ını da içerecek şekilde genişlettiler (Fransa milli takımından hatırlayacağımız Lizarazu 1996’da bu sayede genç takıma kabul edildi). Sonra, etnik ölçüyü gevşettiler, “Bask ülkesinde dünyaya gelmiş olmak”, Basklı sayılmaya yeter sayıldı. Bu sayede, 2011’de, annesi Basklı babası Angolalı Ramalho, ilk siyah Athletic Bilbaolu oldu. Geçtiğimiz yıllarda daha da esneyip “futbol eğitimini Bask ülkesinde almış” ölçütüne koydular. Bu sezon genç takımda oynayan, Kamerunlu ana babadan Kamerun’da doğma göçmen bir yetim olan Pierre Loic Boum’un, Bask’ta doğmamış ve Basklı aile kökenlerinden “yoksun” ilk Athletic Bilbao futbolcusu olması bekleniyor. Kulüp yöneticileri, daha da fazla esnemeyeceklerini söylüyorlar. Bir yandan, global oyuncu denizi içinde kendi havuzlarıyla yetinmek onları rekabette geri bırakıyor, bunun farkındalar; diğer yandan, onların “olayı” da bu işte!

Gençlerbirliği teknik direktörü İrfan Buz, TFF’nun yeni yerli-yabancı düzenlemesini yorumlarken, “Sınırsız yabancı değil sınırsız genç oyuncuyla oynamaya devam edeceğiz” demişti. Gençlerbirliği bu sezon ilk 11'inde kendi alt yapısından yetişme en az dört oyuncuyla çıktı sahaya, bu sayı birçok maçta beşe-altıya ulaştı. Konyaspor maçında ilk 11'de yine altı kişi vardı, sonradan biri çıktı ikisi daha girdi, böylece sekiz altyapı mahsulü futbolcu forma giymiş oldu. Kulüp yönetiminde, bu sezon bir maça 11 altyapı mahsulüyle çıkmayı tasarlayanlar olduğunu biliyorum; hiç sırıtmayan bir 11 olacaktır. “Süleyman Seba Sezonu”nun anlamına uyan, gördüğüm en iyi “şey” de budur bu sezonda...

Tanıl Bora, Ankara Üniversitesi SBF mezunu. İletişim Yayınları’nda editör, Birikim Dergisi Yayın Koordinatörü. Radikal’de haftalık futbol yazıları yazıyor. Siyasal ideolojilerle ilgili yayınları dışında, futbola dair kitapları arasında Karhanede Romantizm (İletişim, 2006) ve Çizgi Açığı (Turgut Yüksel’le beraber, İletişim, 2013) bulunmaktadır.

Tanıl Bora

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/yerlinin-yerlisi-hatira-oldu